İki sabahtır “Sabahın seher vaktinde Deniz’i gördüm Deniz’i, suyunu yüzüme sürdüm Deniz’i sevdim Deniz’i” dedim.
Dedikten sonra yapmak gerek.
Yaptım da!
Sabahın seherinde vurdum kendimi Kandilli yönüne.
Kandilli deyince akan sular durur ben de.
Yutkunurum.
İçim de bir hoşluk olur.
Melankoli duygularım tetiklenir bir anda.
Kandilli yönü ve Deniz.
Balı Köyü’nün (Mahalle olalı çok oldu ama dilimizde halen daha Balı Köyü işte) 70 sene önce kazma kürekli yapılan kıvrımlı yollarından geçip de çıkış noktasında mezarlık tarafına doğru soldan inişe geçtiğinde gözükür deniz.
Deniz ve sevda/sevdalar.
Ne çok şey anlatır.
Kimi zaman Deniz’in D’sini büyük yazar insan.
Büyüktür çünkü o D.
D eşittir Deniz.
D eşittir devrim.
D eşittir demokrasi.
D eşittir diyalektik.
D eşittir düzen.
D eşittir devran.
D eşittir dil.
D eşittir de artık gerisi.
Ne dersen de.
Dünya görüşüne göre de.
Yaşam kültürüne göre de.
Aile yapına göre de.
De ne dersen de.
Nereden nereye geldik yine?
Bir “Deniz”den söz ettik, Kandilli’ye doğru bir nefes alırken devirdik bile.
Denizle.
Deniz sevdalarıyla.
Denizce…
Evet sabahın bu seher vakti iyi geldi.
Balı köyü çıkışında sol yapıp denize koşarken, yeşilin oynaşmasını izleyip dalıyor insan Vali’nin yerinde.
Vali deyip geçme.
Vali de validir hani.
Adam gibi adamdır.
Bilir yolu yordamı.
Tartarak değer verir müşterisine.
Köseağzı valisidir o.
Saklı cennetin valisi.
Vali kalkmamıştı daha gittiğimizde seher vaktiydi çünkü.
Kahvaltı söyledik iki kişilik.
Köseağzı plajının ilk müşterisi olmanın kıvancı içinde sahilde dolaştırdık gözlerimizi.
Sahil deyince çöp görmek tüm tadımızı kaçırıyor.
Oysa yine orayı insanlar kullandı bir gün önce.
İnsanlar!
Yediler, içtiler, eğlendiler ve denizde serinlediler.
Oh safaları olsun.
Olmasına olsun da, ya giderken…
Geride bıraktıkları iz olmadı.
Ayıp ettiler.
Çünkü, çöplerini geride bırakarak o güzelim sahili kirlediler.
O sahile bir ayıyı getirip bağlasanız ve yedirip içirseniz o bile o çöpleri bırakıp gitmez inanın.
Konu insan olurca iş değişiyor.
Yer, içer, eğlenir ve affedersiniz ama b…. Bırakır ve gider.
Bunların arasında kimler yoktur ki.
Cahili de vardır, görgüsüzü de vardır var olmasına da, bir de okumuş cahiller yapar ya b… bırakmayı.
Şimdi ağzımdan bir şey çıkarmadan çöpten insanları çöplerinin içinde yaşamaya mahkum ederek Köseağzı’nın Deniz’indeki kum tanelerinin sessiz çoğunluğunda konuşmadan çok şey söyleyenleri aradım geleceği.
O gelecek o kadar çok şey yüklü ki.
Daha dün işte; Köseağzı’nı yem etmek istemediler mi vahşi kapitalizme.
Yiyeceklerdi denizini.
Sahilini.
Çevresini.
Ham yapıp yok edeceklerdi.
İşte o sessiz çoğunluk dediğimiz kitle ayağa şöyle bir kalkar gibi oldu ki, tırstılar.
Tırstılar ve kaçtılar.
Bıraktılar Köseağzı’nı insanlara.
Yani bize.
Hepimize.
Köseağzı gerçekten saklı cennet.
Aynen Çamlı, Kandilli, Alacaağzı, Kireçlik ve Çavuşağzı gibi.
Bölgenin tek sosyal yaşam alanı bu sahiller.
Ancak Köseağzı’nda deneme yapan kapitalist kafa bu kez Kireçlik’te yattı pusuya.
Kireçlik’e termik santral kurarak yurt dışından kömür getirip yakacak ve bacalarından kanser tozları, civalar yayarak insanları öldürecek.
Fındığı yok edecek.
Çevreyi bitirecek.
Denizdeki tüm canlıları katledecek.
Kafa aynı kafa.
Sabahın seher vaktinde Deniz’i gördüm Deniz’i.
Deniz dedi ki, dik dur!
Diren!..
İzin verme asla enerji üretme tezgahının arkasına saklanarak insanlık düşmanlarına.
Enerjiyi rüzgardan, güneşten üretsinler.
İnsanlar ölmesin.
Doğa ölmesin.
Dünya ölmesin.
Kurtarılmış Köseağzı’nda bunları düşündüm kendimle.
Kendi kendime.
Sonra tekrar baktım Deniz’e; gülümsedi uzaktan.
“Aferin” dedi gibi geldi bana.
Ben de gülümsedim.
Gülümseleştik.
Yarına/yarınlara daha umutla baktım iki sabahtır seherin şekerlemesinde.
Deniz’e devam.
Devam Deniz devam.
Yarın da geleceğim yanına.
Seninle konuşmaya devam edeceğim…