Vakit gece yarısını çoktan geçmişti.

Yataktan öğleye doğru zar zor kalkabilmişti. Öyle olunca da gece yarısına kadar uykusunun gelmemesi çok normaldi.

Solucan İsmail, kasabanın sessizliğine, lapa lapa yağan karın güzelliğine dalmış, cam kenarında ne zamandan beri oturduğunu unutmuştu. Kar şiddetini iyice artırmıştı. Okullar tatil edilmişti, Valilik kar yağışının süreceğini söylüyordu.

Bizim buraların kışı Şubat’ta olur, zamanıdır yağsın bakalım dedi.

Dikili yokuşundan ara sıra da olsa hala araçlar inip çıkıyordu. Şimdiye kadar bırakın araçların geçmesini, yayaların bile yürüyememesi gerekirdi. Onunda tadı tuzu kalmadı diye düşündü.

Dikili yokuşu kasabanın en önemli kızak parkuruydu. Hava ayaza çekince, mahallenin uşakları yokuşa su döktüklerinde her yer cam gibi olurdu, kızak kaymak bile imkânsız hale gelirdi. Gençler Kayabaşı altındaki Yorgancı Hasan’ın evinin önünden   kızaklarıyla kaymaya başladıklarında Deli Şadan’ ın evinin önünde bile zor durabilirlerdi.

Gözünün önünden birçok şey geçti, hala uykusu gelmemişti.

Bilgisayarın başına geçti biraz oyalanayım, o arada uykum da gelir diye düşündü. Hem e- postasına hem de telefonundaki whatsApp grup sayfasına bir mesaj düştü. Saatine baktı bir buçuğa geliyordu. İki mesaj da aynı kişiden geliyordu.

Deli Erdoğan, yazmıştı Acil! demişti, önem derecesi yüksek! notunu düşmüştü.

Dikili yokuşunun bir tarafında kendi evi, diğer tarafında Erdoğan’ın evi vardı. Aynı mahallenin çocuklarıydı.

İçinden la sen hiç uyumaz mısın be, gündüz torbaya mı girdi? diye geçirdi, merakla okumaya başladı.

Toplantı’nın yerini, zaman’ını bildiriyordu.

Geçen seferki toplantıya çağrılmamıştı, tesadüfenen öğrenmişti. Aklından biraz sitem etmeyi geçirmişti ama bir bildiği vardır diye düşünüp sesini çıkartmamıştı.

Mesele kasabayla ilgiliyse duygusallık olmazdı.

Hemen yanıtladı! anlaşıldı yazdı.

.....................

Yukarılarda, Kula taraflarındaki evinde, Deli Selim elindeki telefona dalmış, gecenin kaçı olduğunu, zamanın nasıl geçtiğini unutmuştu.

Netfix’ den, BluTV’den birkaç film, bir iki dizi indirmişti! Her fırsatta bunları izliyordu. En çokta gecenin bir vakti, evde el ayak çekildikten sonra izlemeyi seviyordu. Bu akşam tam zamanıydı, dün başlayan kar hala yağıyordu.

Bilgisayarı da açıktı, esnedi, şunu kapatayım sonrada yatayım dedi.

Kapının arkasında av tüfeğini gördü, kar yağdı ya İbrayim’i (İbrahim) artık evde tutamazsın diyerek gülümsedi. Kar yağdığında hele birde okullar tatil olduysa, kasabanın yukarı mahallelerinde her ağacın altından, her bahçenin bir yerlerinden tüfek sesi gelirdi. Eski evlerde sürgülü camlar vardı, bahçedeki ağaçlara gelen Bakal’lar sürgülü camlardaki aralıklardan uzatılan eski paslı doldurma tüfeklerle avlanırdı.

Çocuklar, yukarılardan Murtaza Camisinin önüne kadar kızak kayarlardı, Anaları, günde üç beş kez, üst baş değiştirmekten yorgun düşerlerdi.

Bilgisayarın başına oturmuştu ki aynı anda hem telefonuna hemde monitöre gelen mesajları gördü.

Toplantı yerini ve saatini bildiriyordu. Gündem maddeleri de alt alta tek tek yazılmıştı. İçinden madem WhatsApp mesajını yazdın, bir de e postayı neden atarsın dedi.

Hemen sonra şeytan bu be şeytan, e mail’i herkes anında görmeyebilir, insanların elinden telefon düşmüyor ki, oradan mesajı kimin ne zaman gördüğüne bakacak dedi.

Tmm anlaşıldı dedi. Soğumaya başlayan evde sıcak yatağına doğru gitti.

.......................

Deli Mustafendi, kasabanın yüksek yerlerinden sayılabilecek Fata (Fatiha) Bayırının tepesindeki bahçe içindeki evinde nedense bu akşam erkenden yatmıştı

Gece yarısına doğru tuvalete kalktı. Camdan baktı, amma da yağmış be dedi. Camın önündeki kerevete oturdu, içinden usulcacık hay godunum hay, varıvemiş havasına diye geçirdi, dışarıyı biraz seyredecekti, ev soğumuştu.

Eski günlerdeki gibi yağıyor diye düşünürken, dolmuştur bu diyerek şarjdaki telefonuna uzandı.

Mesajı gördü, okudu uykusu açılıverdi.

İyice okudu, kimlere göndermiş diye baktı, Solucan İsmail’in ismini görünce gülümsedi, son toplantıya onu çağırmamıştı, çok sonralarda bir yerlerden off the record ikazıyla öğrendiğinde biraz bozulmuştu.

Bu sefer çağırdığına göre vardır bir bildiği diye düşündü.

Toplantı maddelerine şöyle bir göz attı. Hepsi kasabanın güncel meseleleriyle ilgiliydi.

.....................

Deli Sedat yatağına yattığından beri sağa sola dönüp duruyordu bir türlü uyku tutmamıştı.

Sabah namazı oldu mu diye saate bakmak için telefonuna uzandı. Telefonu eline aldığında, gelen mesajı gördü. Hayırdır inşallah diyerek yatağının içinde doğruldu.

Mesajı okudu.

Neler yazmış, kimlere göndermiş diye bir kez daha baktı. Solucan İsmail vardı, ilk gören o olmuştu, noter vekili yoktu. Havanın durumundan olmalı toplantı yeri de değişmişti.

Gecenin bir vakti, yatağın içinde elinde telefonla oturduğunu gören Anası Mürvet, sen hala uyumadın mı? ne yapayon bu saatte elindeki telefonla dedi.

Namaz vakti geldi mi diye saate bakacaktım, camiye gidecem de deyince.

Anası deli misin sen be, bu havada ne camisi, sen dışarıya bi baksana, yat hadi yat erken daha dedi.

....................

Deli Erdoğan telefonu elinden hiç bırakmamıştı. Gözlerinde uykudan eser yoktu

Mesajımı kimler gördü, kim okudu diye bir kez daha kontrol etti. Gülümsedi, hoşuna gitti. Tam da tahmin ettiği gibiydi.

Settar ’ın Cahit’in Deli Turgut’un o saatte görmesini zaten beklemiyordu. Görmesini istedikleri tam zamanına görmüştü.

Bu havalarda kasabanın çarşısını erkenden tenhalaşırdı. Hele karanlık bastırdı mı gelen geçen de yok denecek kadar azalırdı.

..............................

Birbirlerine tutuna tutuna karlara bata çıka sendeleyerekten binanın önüne geldiklerinde Settar, Cahit’e döndü, doğru mu geldik, hele telefonuna bi bak bakam dedi, aynı anda önünde bulundukları binanın dönerli kapısından, elinde kocaman bir şemsiye ile kendilerine doğru birisinin geldiğini gördüler.

Cahit Bey, Settar Bey buyurun.

Erdoğan Bey sizleri bekliyor. Ben sizi şöyle alayım. Arkanızdan, Turgut Bey’de geliyor onu da karşılıyayım size refakat edeceğim dedi.

Onları binanın içine götürdü.

Deli Turgut aynı adamla konuşa konuşa arkalarından binaya girdi. Paltosunu çıkarttı, vestiyerdeki kadına verdi. Elindeki dosya çantasını da adamın eline tutuşturdu, öne geçti asansöre doğru yürüdü.

Cahit Settar’ı dürttü sessizce, bu Deli nerden öğrenmiş buranın adabını diye sordu, Settar bilmiyorum manasında dudaklarını büktü onların peşine takılıp asansöre doğru yürüdüler.

Kaç kat sonra asansörden indiklerini tam bilemediler, uzunca bir koridordan geçip, en uçtaki odanın önüne geldiler.

Kapının önünde bekleyen bir başka görevli kapıyı tıklattı, kendisi dışarıda kalacak şekilde, kapıyı dışarıdan içeriye doğru açtı.

Deli Erdoğan’la Solucan İsmail ellerinde birer kadeh, camın önünde bir şeyler konuşup, kasabaya yağan karı seyrediyorlardı.

Deli Selim önündeki kağıtları tasnif ediyor gibiydi, Mustafendi ile Sedat telefonlarına bakıyorlardı.

Herkes tamamdı, yerlerine oturdular.

Masanın başına oturan Erdoğan bir yanına Deli Selim’i diğer yanına Solucan İsmail’i almıştı. Settar’ la Cahit yine yan yanaydı. Deli Turgut’un yanında Deli Mustafendi onun yanında da Deli Sedat vardı.

Görevli odadan çıkarken Erdoğan’a döndü Efendim, kokteyl servisini yapabilir miyiz dedi.

Deli Erdoğan başıyla olur verdi.

Servis yapıldı, odanın kapısı kapatıldı, Erdoğan bilgisayarını açtı, ekran yukarıdan aşağıya doğru inen perdeye yansıdı. Işıklar biraz loşlaştı.

Herkes perdeye döndü, telefonlar bırakıldı, fısıltılar kesildi.

Deli Erdoğan, anlamışsınızdır bugünkü toplantıyı zapta geçirtmeyeceğim, tutanak olmayacak. Görüşlerinizi alacağım, yapıcı kararlarımız ilgililere ulaştırılacak. Takibi yapılacak.

Ekranda gördüğünüz sıralama da önemli değil.

Birinci sırada kasabanın sağlık sorunları yazıyordu. Belediye Hizmetleri, Kasabanın futbol Takımının son durumu, gibi başlıklardan sonra en altlarda yani son sıralarda Kasabanın il olma meselesi, Alemdar Gemisine Madalyasının verilmesi gibi   pek fazla ciddiyeti kalmamışa benzeyen bir iki madde daha vardı.

Yanındaki İsmail’e döndü.

Belediye’nin dükkân, işyeri satma meselesi nedir? Oralarda işletme sahibi arkadaşlarının olduğunu, meseleyi de iyi takip ettiğini biliyoruz.

Nedir mesele dedi.

Solucan İsmail sandalyesinde biraz doğruldu, bir yudum su içti.

Sebeplerini biliyorsunuz Belediye zorda, para yok pul yok, akar kesildi. Para lazım.

Bir taraf satalım paraya çevirelim, maaş ödeyelim hizmet yapalım diyor da!

Peki kaç para lazım.

Satılan yerlerden kaç para gelecek, bu para nereye kadar yetecek,

Bunları ne bilen var, nede söyleyen var.

Karşıda, aslında karşı taraf değil de iç yan taraf var ya,

Onlarda satmayalım diyor,

Hatta, şimdiye kadar bir şey satmadan nasıl başarıyla yönettiyse yine yönetecektir! diyerek Belediye Başkan’ına nanik yapıyorlar, seni nasıl ters paçayla açık düşürdük, grup kararı aldırmadık diyorlar, bunu da herkes biliyor.

Erdoğan, söylediklerine göre Parti Genel Merkezi talimat vermiş, satın G Menkulleri borçtan faizden kurtulun demiş deyince.

İyice sinirlenen Deli Turgut, sen öyle söyleyon da genel merkezin yazısı ne diyomuş, nerde bu yazı, ortaya gonuldu mu, ortaya çıkardıla mı bilen va mı?

Bak, yanlış anlama aklıma takıldı!

Biz fabrika yabancıya gitmesin diye, hop oturup hop kalkmadık mı? Madem bu dükkanlar satılacak! Neden kasaba dışından birilerine, neden el aleme satılacakmış, böyle şey olur mu be, bunlarda hiç mi akıl kalmadı? deyince,

Erdoğan biraz sakin ol uyarısı yaptı.

Settar da dellenmişti efendim, bu bizim Belediye Başkan’ı daha ne istiyor, dükkân sahipleri parayı biz verelim demişler ya. Satıldı mı geri gelmez gitti gider, bu devirde mal mı satılır yahu dedi.

Yanında oturan Cahit, Settar ’ın konuşmasını başıyla onaylayıp, bi kere satıldı mı? Gitti gider o, gitti gider diye tekrarladı.

Deli Selim ya orası da bi muamma, kim demiş biz ödeyelim diye, kaç para vereceklermiş, hep miş miş, hep muş muş diyerek bunun bir söylenti olabileceğini ima etti.

Deli Sedat’a döndü Mustafendi’yle ikiniz devamlı bir şeyler yazıyorsunuz ama şimdiye kadar ağzınıza açmadınız hala hiçbir şey söylemediniz dedi.

Deli Sedat, Mustafendi ’ye baktı önce sen konuş der gibi başını yukarıdan aşağıya doğru indirdi kaldırdı. Peşinden anlaşılır anlaşılmaz ne bıktılar ne usandılar be, hiç vaz geçmediler birader dediği duyuldu.

Deli Mustafendi, Pazaryeri, Hamam Üstü, Orta Cami, Un Pazarı taraflarındaki ahalinin ne düşündüğü ne konuştuğunu en iyi bilenlerden birisiydi.

Şimdi, ortada belli ki bi vaka va. Belediye’de mangır nanay, para bitti.  Hiçbir şey satılmasın, satılmasın da para nasıl bulunacak?

Şimdiye kadar sakin kalan, sesini bile yükselttiğine şahit olunmayan Deli Sedat birden parladı,

Ya Allah aşkına kaç saattir gonuşup duruyoz.

Yok o söylemiş, yok bu söylemiş, yok genel merkez yazı göndermiş, yok Belediye meclisinde Başkanı kündeye getirmişler osu busu, satılsın satılmasın.

Siz bana kasaba için akıllı bir çözüm yolu gösteren, lafı ortaya atıp, sonrasında ortadan kaybolmayan bir adam söyleyin. Ver mı böyle biri, gördünüz mü, duydunuz mu? deyince.

Erdoğan yani hala, Belediye Başkanı hele bir gitsin, ne olursa olsun mu diyorlar, her fırsatını bulduklarında, Başkan’ı zora sokmaya devam mı ediyorlar diyerek, ateşe çam çırasını atıverdi.

Cahit başını kaldırdı söyle bir etrafına baktı, Yahu içlerinden delikanlı gibi birisi çıkıp, bu Belediye Başkanı bu işi beceemiyor, ben başkan adayıyım, şöyle şöyle yapacağım dese ya.

Varsa yoksa fırsatını kollamak, bulduğunda bel altından vurmak, varsa yoksa dedikodu, ya bunlar varken karşı partilere ne gerek var, deyip derin bir soluk aldı.

Hazirun’un tamamı bu sözleri başlarıyla onayladı.

Başkan Deli Erdoğan, hem Laptop’ una hem WhatsApp’ına bir iki şey daha yazdı.

İçinden ya birader bu toplantının bile ayarını bozdular, 67.5 ruhunu Yukarı Beccan da sürüyor da, onu biraz daha dışarıya çıkarmak lazım diye düşündü ekranı kapattı.

Masanın altındaki zile bastı kapı açıldı, hesabı rica etti.

Görevli estağfurullah efendim, hesabınız ödendi dedi.

Nuri ÖZTÜRK/ Sapanca