68 yılının Ağustos ayı’ydı, 70 li yıllar kasabanın kapısına dayanmıştı, ahalinin büyük bir kısmının tam olarakta farkına varamadığı ikinci Milat başlamıştı.
Gündüzler, ticari yaşamda gözlenen canlılık, haraketlilik kasabanın bilinen tanınan sakinleri evlerine çekilip, karanlık bastıktan sonra, kasabaya yeni gelmiş yeni iş güç sahibi sakinleri için çok renkli, çok ışıklı kapılardan girilen, loş ışıklı salonlarda devam ediyordu.
Kasabanın lisesi açılmıştı, eğitime başlamıştı, ortaokul sonrası eğitimine kasabanın dışında devam etmek zorunda kalan Kasabanın, Kandilli ’nin gençleri, özelliklede kız çocukları, bu zorunlu göçten kurtulmuşlardı, eğitimlerine dışarıda devam edenler bile geri dönmüşlerdi.
Bu yeni görünüm kaçınılmaz olarak kasabanın sosyal yaşamını da şekillendirmeye başlamıştı.
Kasabalı yeni okullarla, yeni bankalarla, yeni esnaflarla, yeni iş kollarıyla canlanan değil şahlanan ticari yaşamı şaşkınlıkla izliyordu.
Kendi halinde sessiz sakin telaşesiz yaşamaya alışmış kasaba kabuk değiştiriyordu.
Sendika, işçi hakları, toplu sözleşme, grev gibi terimler pek çok kasabalı için fazla bir anlam ifade etmese de fabrika işçilerinin yaşamını derinden etkiliyor, sendikaların üye kapma mücadelesi fabrika işçilerinde önemli gelgitlere neden oluyordu.
Bütün bunların etkisi ile kasaba artık ulusal basının da gözlemi altındaydı.
71 askeri darbesinden en fazla etkilenen yerlerden birisi, sendikasıyla, fabrikasıyla, işçileriyle, okumuş aydın gençleriyle bazı partilerin geç üyeleriyle kasaba oluyordu.
İşte tüm bu olanın bitenin sebeb-i mucizesi kasabanın fabrikasıydı.
........................
O sene dayanılması zor bir yaz geçiriyordu kasaba.
Kasabalı her ne kadar Ağustos’un on beşi yaz, on beşi kış sayılır dese de o sene bir istisna yaşanıyordu.
Yukarı mahallelerde oturanlar evlerin camlarını, kapılarını ardına kadar açtıkları halde sıcaktan yerlerinden kıpırdayamazken, kasabanın daha alçak, basık yerlerinde olanların halini düşünmek bile insanın içini daraltıyordu.
Çarşının içindeki en serin, en gölgelik yer olarak bilinen parkın, irili ufaklı ağaçlarının, büyük çınarlarının altında oturup biraz olsun serinlemeye çalışanlar, terden iyice ıslanmış mendilleriyle alınlarını boyunlarını silerken bile nefes almakta zorlanıyorlardı. Yan taraftaki kasabanın görkemli yapılarından Hükümet konağının içi yüksek tavanlarından, girişteki taş kaplı zemininden sebep biraz serin kalsa da devlet kapısında işlerini bitirip adımlarını dışarıya atanların yüzleri alev duvarına çarpıyordu.
Parkın içindeki Belediye sinemasının içi de dışı da iğne atsan yere düşmeyecek dedikleri türden, alışılmışın dışında çok kalabalıktı. Açık hava sinemasının kapılarından, kapalı sinemanın kapısından içeriye girenlerin çıkanların sayısını bilebilmek imkansızdı.
Parkta oturup serinlemeye çalışanların merakını önlerinden sinemaya doğru aceleci adımlarla giden ana kızın atışmalı konuşmaları bitirdi.
Takı ’yı aldın mı gız takı ’yı, bu arala aklın bi garış havada ya.
Kasabanın tarihi Belediye sinemasında nikah merasimi vardı, kalabalığa bakılırsa kasabanın tanınmış, bilinen, yerlisi bir ailenin olmalıydı
.........................
Kasaba ’da herkesin birbirini tanıdığı, nüfusunun da henüz on bin, on beş binler civarında olduğu zamanlardı.
Neşede, coşkuda, kederde, tasada hep bir arada olunduğu zamanlardı. Alışılmış kalıplaşmış klasik hale gelmiş ortak davranışların yaşandığı zamanlardı.
Nikah, düğün, sünnet cemiyetleri için elbette davetiyeler dağıtılırdı da vakit namazlarının ezanları tek bir yerden cızırtılı hoparlörden değil camilerin minarelerine çıkılarak okunduğu zamanlardı.
Genelde nikah merasimleri Belediyenin nikah salonunda veya sinemalarda olurdu,
Düğünler sünnetler çoğunlukla mahallelerdeki evlerin bahçelerinde, az da olsa yalı caddesinde açılan bir iki eğlence salonunda zaman zamanda İstasyondaki Astsubay gazinosu’ nda yapılırken,
Artık bu gibi eğlencelerin yeni adresleri, Elif otelinin deniz üzerindeki bahçesi, salonları bazen de fabrikanın sosyal tesisleri olmaya başlamıştı.
.........................
Kasabaya fabrikanın gelişi üç beş yıl olmuştu. Çok çabuk kaynaşmışlardı. Kasaba fabrikayı bağrına basmıştı.
Daha ana kucağında olduğundan, bırakın ayağa kalkıp yürümeyi, henüz kasabalının elinden tutup yeni yeni yürümeyi öğretmeye başladığı zamanlardı.
Hele biraz büyüyeyim serpileyim ayağa kalkayım, yürümeye koşmaya başlayayım, bakın beni tutabilecek misiniz? Peşimden koşsanız da yakalayabilecek misiniz diye düşünmeye başlamış olabilir miydi bilemiyorum ama kasabadaki büyük değişimi duyanların akını ile kasabanın nüfusu neredeyse ikiye katlanmıştı bile.
............................
Yalı caddesinin duvarlarına kadar gelen denizinin dalgalarına, buraya üzerinden demiryolu da geçecek bir yol yapacağız, kara tren kasabanın fabrikasına kömür taşıyacak sen buralardan biraz ileriye git denilerek kasabanın denizinin dalgasına bir değil tonlarca taş atılmıştı.
Buradan başlayan değişim, dönüşüm elbette bu kadarla kalmayacaktı.
Kum iskelesine, çarşıdaki üç dört benzin istasyonuna, arkalarındaki Tabane’deki marangozhanelere hadi bakalım toparlanın, gidiyorsunuz demenin zamanı yaklaşmıştı.
Sıraya tarihi hükümet konağı da girecekti.
Değişim, dönüşüm yalnızca çarşıda, sahilde yaşanmıyordu.
O güne kadar mahallelerinde ailelerine ait evlerinde ana baba çoluk çocuk kalabalık bir halde hep birlikte sürüp giden yaşamlar da değişmeye başlıyordu.
Sarıkorkmaz, Bağlık altlarına neredeyse sabah başlayıp akşam biten kat kat binalar yapılıyordu. Bir anda 48 tane, 72 tane ev-bina bitirilip kullanılır hale getiriliyordu.
Bu tarafların adı lojmanlar olmuştu. Akıl almaz bir hızla kendi kurallarını yaratacak yeni mahalleler kuruluyordu.
Kasabadaki bu değişimler, yeni oluşan bu yaşam alanları akademik çalışmalara konu ediliyor literatüre duvarları olmayan iç kent adıyla giriyordu.
Fabrika çalışanları, pozisyonlarına göre kendilerine tahsis edilen evlerde neredeyse sıfır maliyetle yeni bir yaşama başlıyorlardı.
Kasabanın fabrikası çalışanlarına çok cömertti.
Kasabanın fabrikası olduğunu iyi biliyordu, kasabalıya da hürmette saygıda en ufak bir kusurunun olmamasına çok dikkat ediyordu.
Sosyal tesisler kuruyordu, kendi mensuplarıyla birlikte kasabalıya da hizmette en ufak bir eksiğinin kalmamasına gayret ediyordu.
.....................
Fabrikanın Bağlık taraflarında başlattığı başta yapılaşma ve değişimden kasabanın her tarafı etkilemeye başlamıştı.
Kasabanın bazı yerlerinde değilde birçok yerinde olan boş alanlarında tarlalarında öncelikle Kadı tarlası taraflarında elle tutulur ’un gözle görülür ’ün ötesinde hareketlenmeler yapılaşmalar başladı.
Kasabalı aileler yap sat müteahhitleri ile tanışıp topraktan daire pazarlığı yapmakta, SS yapı kooperatiflerine üye olmakta günlük yaşamlarında bu ve benzeri terimlerle içli dışlı olmakta zorluk çekmiyorlardı.
Müteahhitler eliyle, yapı kooperatifçiliği aracılığı ile adına siteler denilen yeni yaşam alanları kuruluyordu, benzer faaliyetler kasabanın dışına, Gülüç’e Alaplı’ya kadar yayılmaya başlamıştı.
Tarihi mahallelerdeki komşulukların yerini, o sitenin, bu lojmanının sakinliği alıyordu, yeni komşuluklar kuruluyordu.
Çok şey veya her şey ışık hızıyla değişiyordu.
Köylerde gençler ellerini bağın bahçenin üzerinden çekmişlerdi, hadi onlar öyleydi, fabrikaya girip düzenli bir gelirin peşine düşmüşlerdi de Kandilli ’de çevre illerde, ilçelerde işi gücü olup düzenlerini uzun yıllardır kurmuş olanlar farklı mıydı, onlarda gözlerini fabrikada iyi bir pozisyonda iş bulabilmenin heyecanına kaptırmışlardı.
Zaman geçtikçe büyüyordu yayılıyordu görüntüsü çirkinleşiyordu. İş bununla kalsa iyiydi, kasabayı da tanınmaz hale getiriyordu.
Fabrika, tepeleri yerle bir etmeye, kendi içinde dışında yeni yeni yapılar yapmaya, hurdasıyla tortusuyla molozuyla denizin kıyısına yakın yerlerde tepeler dağlar yaratmaya, sonrasında onların denizin içine boca etmeye başlamıştı.
Ya sen ne yapıyorsun? Nedir bu arsızlık yüzsüzlük diyenlere, ya karışmayın işime, yapın hesabı kitabı, kaç paraysa söyleyin neyse borcumuz ödeyelim diyordu.
Ödüyordu.
Yani alan memnun satan memnun derler ya tam da öyle bir durumdu. Bu işin sonu iyi olmayacak, bu işler ileride sorun olacak, bundan kasaba zarar görecek diyenlere
Bunlar zaten solcu, çevreci, anarşist ruhludur herşeye karşı çıkarlar deniliyordu.
...............................
Kasabayı kasabalıktan çıkartmıştı. (Tamamıyla onu suçlamak haksızlık olur, bu olanları bitenleri görüp de görmezden gelip üç maymunu oynayanlar, o günde vardı bugünde var, bu çirkinlik görüntü kirliliği hızını dahada artırarak günümüzde de devam ediyor.)
Kasabayla da arası bozuluyordu, başına buyruk hareketlerle, kimseyi iplemez takmaz hale gelmişti.
Kasabanın fabrikası olmaktan çıkmaya başlamıştı, vardır güvendiği bir yerler deniliyordu da fabrika satılacakmış hemde yabancılara diye söylenti çıktığında yaşı neredeyse yarım asıra yaklaşmıştı.
Bu söylentilerle birlikte 67.5 ruhu biraz canlanır gibi olmuştu, yüksek perdeden itirazlar gelmeye başlamıştı.
Öyle veya böyle netice de kasabanın fabrikasıydı. Kasaba’dan çok şey götürüyordu ama verdikleri de az değildi.
İki binli yıllara da gelinmişti. Artık iyice tecrübeliydi, yaptıklarına bakılırsa yani daha doğru bir deyişle iyice kaşar olmuştu.
Çok geçmedi söylentiler gerçeğe döndü, sonuç mutlu son olmuştu! Fabrika yabancıya satılmadı dediler, Memleketin, hemde askerimizin şirketi aldı, dediler.
Hemen halaya durduk. Her yerde a benim sömsöm yârim türküsünü söyleyerek, Kalaycı Memet ’in kulaklarını çınlatmaya başladık.
Altmışlı yıllarla birlikte başlayan heyecanlı kalp çarpmalar, her geçen sene üstüne koyarak devam eden sahiplenmeler kenetlenmeler kabullenmelerle, bazen dargın bazen barışık canım her evde olur o kadar anlaşmazlıklar benzeri iyi niyetli söylemlerle 2006 yılında kadar gelinmişti,
Bir anda veya alıştıra alıştıra gelen resmi ayrılık, artık gönül ayrılığına da dönmüştü. Herkes kendi yoluna gidecekti de bu işin nafakası birikmiş borçları vardı onlar ne olacaktı.
Belli etmişti yan çizip, çamura yatacaktı.
2023 yılının Kasım’ında kasaba Asrın felaketidir denilen kasırgayı yaşadı.
Yakın zaman sonra Fabrikanın Özel Endüstri Bölgesi olarak ilan edilmesi ile birlikte kasaba adına telafisi mümkün olmayacak bir yıkım daha yaşandı.
Kasırganın yaptıklarının telafisi vardı. Elden gelen yapıldı. Felaketin izleri silindi.
Yeni fabrikanın kasaba verdiği zararın, yıkımının izleri pek öyle olay silinebilecek gibi değildi. Hatta hızını daha da artırarak zarar vermeye devam edecek gibi gözüküyordu.
Bilmeyenler hatırlamayanlar geriye doğru dönüp baktıklarında, birazcık yakın geçmişte yaşananları gözlerinin önüne getirdiklerinde.
Kasabanın önce karaelmasla ilişkisini kestiklerinde!
Hırslarını alamayıp, kimse hatırlamasın, unutsun diye kara treni susturduklarında, karşı çıkıp yapmayın etmeyin diyenlere aldırmayıp yolunu bakım atölyesini tarihini yok ettiklerinde.
Sıkıntı yok bizde oraya bisiklet yolu yaparız diye meseleye çözüm bulunmuştu!
Halbuki fabrikanın kasabaya gelmesinin en önemli nedenlerinde biri yanı başındaki maden ocaklarıydı.
Çeliği ile olan ilişkisini kestiklerinde sac ’ın adı da ticareti de Gülüç köprüsünden içeriye girmesin, kimse sözünü etmesin, kimse bunu alıp satmasın, hatta nakliyesini bile yapmasınlar dediklerinde,
Kasaba’nın elitleri üç maymun rolünü çoktan ezberlerine almışlardı.
.....................
Nereden bakılırsa bakılsın, aradan altmış sene geçti.
Günün sonunda, hesabı kitabı yapıp alt alta toplayıp çıkarttığımızda, kasabanın eski fabrikasının hanesinde, kasaba ’ya verdiğinden çok çok fazlasını aldığını görüyoruz.
Devletin resmi verileri artık kasabanın sağlıklı yaşanabilir rahat nefes solunabilir bir yer olmaktan çıktığını söylüyor.
Aynı veriler kasaba semalarında rahatça dolaşan kirli pisli ahalinin üzerine zehir saçan bu havadan sebep amansız hastalıkların şimdiye kadar hiç görülmediği bir oranda çoğaldığını yazıyor.
Eski fabrikanın en büyük mirasının bu olduğunu söyleyen kasaba sevdalıları, fabrikanın tekrar kasabanın fabrikası olacağına yürekten inanıyor, ama bu ihanetler unutulmayacak diyor.
Nuri ÖZTÜRK / Sapanca