“Benim Kandilli ile ilgili projem var” dedi Suat Önder.

Proje !

Yani fikir.

Görüş.

Bir anlamı olan çözüme giden yol.

Hareket.

Bisiklet ve motokros pisti yapılabilir ise Kandilli’ye, bu beldenin durgun yaşamı, sosyo-ekonomik açıdan hareketlenirmiş.

İyi güzel.

Konuştu anlattı.

Dedim ki, “iyi güzel de, bu proje bir temel üzerine oturtulur. Belediye ne diyor. Tüzel kimliği olan kurumlar taşın altına elini koymaz ise hiçbir proje yaşam bulamaz.”

Sürdürdüm; “mühendis adamsın, temelsiz ev yapılmaz.”

Konuşmuş Belediye Başkanı Mustafa Aydın ile.

O tamam demiş.

Başkanın “tamam” demesi ile harekete geçen projeler adamı Suat Önder, işi bitti gözüyle bakıyor.

Daha ötesi başkanın evet dememi yeterli mi?

Kandilli belediyesinin eti ne budu ne?

İki okkalık belediye ile bu iş olmaz.

Siyasi destek gerek.

O desteklerin projelendirilmesi ile başlayan çalışmaların ödenek aktarımı ile devam etmesi ve nihayetinde de ihalenin gerçekleştirilmesi gerekiyor.

Vatandaşta proje çok.

Ama…

Ah keşke böyle olsa.

Olabilse.

Bu ülkede düşünceye veya önerileri dikkate alan kim var?

 

Öneri sistemi, saydamlık ve katılımcılığın öne çıktığı tüm oluşumlarda, başarı vardır.

Toplumsal bağ vardır.

Kaynakları savurmamak vardır.

Bilgi vardır.

Manevi haz dediğimiz tutku vardır.

Özünde bireylerin bir olabilme ve mutluluğu paylaşabilme kültürü vardır.

 

**

 

Bu duygularla gittik Suat ile Kdz. Ereğli Devlet Hastanesine.

Gittik çünkü, Resim Öğretmeni Sevinç Yıldız Tanan ve öğrencileri okul tatile girmesine rağmen çalışıyorlarmış hastanede.

Resim öğretmeninin ne işi olur demeyin sakın.

Var.

Çünkü ortada bir sanat var.

Sanatın olmadığı yer mi olur?

Hele ki, sağlık için kapı kapı dolaşırken pili bitmiş hastaların güzel bir şey gördüklerinde gülümsemelerini ve mutlu olmalarını kim istemez.

Hastane yönetimi sosyal sorumluluk çerçevesinde çocuk servislerini ve acildeki çocuk bölümünü renklendirmeye karar verince, Ereğli’deki Güzel Sanatlar Lisesi’ne başvurmuş.

Lise ‘tamam’ demiş.

Ve resim öğretmeni Yıldız Tanan ile 21 öğrenciye görev vermişler “hastaneye gidin ve duvarlarında kelebekler uçuşturun” diye.

Koşa koşa gidilmiş Devlet Hastanesi’ne.

Sütunlar, duvarlar başmış renk değiştirmeye.

Sarı, lacivert, kırmızı, pembe, yeşil, mavi, turuncu ile başlamış renklerin sevişmesi.

Birbirine girmişler hastane duvarlarında şekillenerek.

Pamuk prenses ile başlayan çizgiler, çizgi film kahramanlarına hayat vererek devam etmiş.

Öğretmen ve öğrencilerinin fırçalarıyla halaylar çeken hastanenin çocuk servisleri şimdi gülümsüyor.

Çocuk ve resim.

Çocuk ve sanat.

Çocuk ve yaşam.

Çocuklar seviyor duvarlardaki resimleri.

Gidin izleyin ve görün ki, hastaneden korktuğu bilinen çocuklar o servislerde ağlamıyorlar.

Elleriyle okşuyorlar duvarları.

Kahkaha atıyorlar gülümseyen gözleriyle.

 

Gördüm ki, öğretmen ve öğrenciler hiç yorgun değil.

Okul dönemleri bitmesine rağmen çalışıyorlar büyük bir aşk ile.

Çünkü…

Mutlular.

Mutlulukları boyadıkları alanların ruhunda ses buluyor; yaşasın sanat diye.

Hastane Başhekimi Muharrem Erdem’de izliyor uzaktan o sevinci bir kuş yüreğinin kanat çırpışıyla.

 

**

 

Şöyle bir başladık proje konuşmaya ki, kendimizi sanatın tam göbeğinde bulduk o gün.

İyi geldi.

Şarj olup herşeye rağmen umutla baktım yarınlarımıza.