Yazıya oturmadan önce genç arkadaşlarımla şakalaşıyordum. “Bana bir konu verin haftalık yazımda kullanayım” dedim. Onlar da benden daha baskın çıktılar gazetecilikte. “Aman abi, Türkiye’de gündem mi yok” dedi birisi, “Öbürü de sevgiye dair bir şeyler yazın, insanlar çok bunaldı” dedi. İki genç arkadaşım da haklı. Gerçekten de Türkiye’de en bol bulunan nesne olay. Dolayısıyla, o olaylardan çıkarılan gündemler. Hangi birini saysam ki sevgi üzerine bir şeyler yazmak ise kanımca şu günlerin en zor işi. Kafama nicedir insan olmak bir başka deyişle insan kalabilmek takılıp duruyor. Bu denli gelişmiş uygarlıktan pay almış insan türünün, birbirinden bu kadar ayrıksı olmasını kabul etmek pek kolay değil. Öyle ya Orta Çağ’dan bu yana bir yandan aklın pek kolay alamayacağı zırvalıklar için birbirini öldüren, güçlünün zayıflara egemenlik kurduğu uğursuz bir dönem var. Bir yandan da hastalıklara çare arayan, türlü olanaksızlara karşı insanlık yararına icatlar yapan bilim insanları var. Yoksullara yardım eden cömert insanlar; savaştan, öldürmekten uzak duran iyiliksever insanlar var. Elbette bütün bunlardan bir sonuç çıkaracak bilgiye sahip görmüyorum kendimi. O işi sosyologlara, antropologlara, bilim insanlarına bırakalım. Kabaca şunu söyleyebilirim ancak. İnsan türü doğayla buluştuğundan beri ikiye ayrılmış. İnsanlar ve insansılar. İnsanlar öncelikle sevgiye sahiptirler. Doğanın bizlere bahşettiği tüm canlıları, ağaçları, nehirleri, dağları, ovaları tüm canlı türlerini severler ve onlara zarar vermemeye çalışırlar. İnsan insanı da sever. İnsanların yarattığı sanat eserlerine de hayranlık duyar. İnsan sevincini dışa vurur. Dans eder ve de gülümser, o kadar güler ve kahkaha atar ki insanın hayattan zevk aldığının en önemli göstergesidir bu. İnsan vicdan taşır. İnsan paylaşımcıdır. İnsan yardımseverdir. Hiçbir zaman komşusuna, arkadaşlarına kötülük etmez. İnsan barışçıdır hem kendisiyle hem de bütün gezegenle… İnsansı ayırdıklarım ise vicdan taşımazlar. Vicdan yerine kazanç ve ego dolu kocaman cüzdanlar taşırlar. Yoksulu daha da yoksullaştırarak kendilerine bağlamayı iyi bilirler. Akıllarını, zekalarını başkalarının varlıklarını yok etmeye adarlar. Din kitapları “Öldürmeyeceksin” der. Ama onlar yalnız insanları değil, doğadaki tüm canlıları öldürmekten zevk alırlar. Savaşı severler, insanların barış içinde yaşaması onları rahatsız eder. Din hurafeleriyle bilgisiz, cahil insanları kandırmayı çok iyi bilirler. Dünyanın bugün vardığı noktada kapitalizmi arkalarına almış bu inşaların tüketim ve yağmalarını, insanları ölüm korkusu içinde yaşatmaları yadırgamamak gerekiyor.

İçinde yaşadığımız topraklarda da insanlar çok ama çok acı gördü. Kış eğlencesine giden 78 yurttaşın geçen hafta Kartalkaya Kayak Otelinde yanması, dumandan boğulması bir kader değildir. Tedbirsizliğin, açgözlülüğün, iş bilmezliğin işlediği bir cinayettir. Düşünüyorum da bu ülkede yalnız bireysel değil toplumsal cinayetlerin de sayısını hatırlamakta zorlanıyorum. Adaletin gerçekleşeceği konusundaki inançsızlığım bu olayda da devam ediyor. Evet, biz neden böyle olduk? İnsan olmak istiyorduk. Rotayı yanlış yere çevirmişiz.

Bu haftaki yazıyı da Cahit Külebi’nin güzel bir şiiriyle bitirelim: Hikaye.

Sevgi hiç eksilmesin kalbimizden…

Hikaye

Senin dudakların pembe
Ellerin beyaz,
Al tut ellerimi bebek
Tut biraz!

Benim doğduğum köylerde
Ceviz ağaçları yoktu,
Ben bu yüzden serinliğe hasretim
Okşa biraz!

Benim doğduğum köylerde
Buğday tarlaları yoktu,
Dağıt saçlarını bebek
Savur biraz!

Benim doğduğum köyleri
Akşamları eşkıyalar basardı.
Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem
Konuş biraz!

Benim doğduğum köylerde
Kuzey rüzgarları eserdi,
Ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır
Öp biraz!

Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin!
Benim doğduğum köyler de güzeldi,
Sen de anlat doğduğun yerleri,
Anlat biraz!