Düşünün ki bir kulüp kongre yapıyor.
Ve düşünün ki, üye sayısının çokluğu ile sandıkları stada taşıyor.
Binler doluyor alana.
Değişimin rüzgarının her yönden estiği bu kongrede, “Kimseye biat etmedik” diyen bir başkan adayı sandıktan fark atarak çıkıyor.
Alkışlar.
Atatürk’ten söz ediyor.
Tribünler de “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sloganları inletiyor gökyüzünü.
Derken…
O başkan teşekkür konuşmasına çıktığında, eski başkanını övüyor.
“Emrindeyim” diyor.
“Beni buraya o getirdi” diyor.
“Bu stadı o yaptı” diyor.
Devamında, sürekli ahde vefadan söz ediyor.
O konuştukça büyüyor.
Seçim bayram havasına dönüşüyor.
Sokaklar coşkulu.
Ve Fenerbahçeliler sarj olmuş bir biçimde önlerine bakıyor.
Çünkü…
Dedi ki “Bayrakları hazırlayın.”
Türkiye’nin gündemine kongresiyle bile damga vuran bu büyük kulübün, “Efsane başkanı” da gitti.
Zaman, insanları alıp çıkarıyor ta tepelere.
O tepeler soğuk.
Oksijeni de az.
Yükseldikçe dar alanda sıkışıp kalıyor galiba bakış açıları.
Uzaklaşıyorlar tabandan, taraftarlardan, toplumdan.
Yükseklerin yalnızlığı içinde, olumsuz bir değişim meydana geliyor insan bedeninde.
“Güç zehirlenmesi” diye tarif ettikleri bu olsa gerek.
“Ben hastalığı" sarıp sarmalayarak teslim alıveriyor.
Bakış o bakış.
Yüksekten bakış!
Dar.
Kısıtlı.
Anlamsız.
Ve boş!
Fenerbahçe’nin adını “Efsane” olarak tarif edilen eski Başkanı Aziz Yıldırım da, bu güç zehirlenmesinin zokasını yediği için, “gitmem” diyenler arasında yer aldı.
Bırakmadı/bırakamadı koltuğunu.
Sonra…
Seçimi kaybederek veda etti Fenerbahçe’ye.
Keşke…
Aylar öncesinde yazdığım gibi; kongreyi yine statta toplayıp şenlik düzenleseydi.
Bu şenlikte tüm Fenerbahçeli sanatçılar sahne alsaydı.
Ve Yıldırım Başkan “Artık yeter. Gitmesini bilmek gerek. Bana 20 yıl Fenerbahçe’de başkanlık yapma onurunu verdiniz. Sizlere çok teşekkür ederim. Ben aday değilim. Seçilen başkan her kim olur ise bir taraftar olarak emrindeyim. Hakkınızı helal edin.” Deseydi ne olurdu?
O sözleri havai fişek gösterileri ile şenlenirdi.
Dünyaya örnek olurdu.
Fenerbahçelilerin safları daha da sıklaşırdı.
Olmadı.
O bırakılmıyor demek ki.
Siyasette de öyle değil mi?
2-3 dönemden sonra “veda” etmesi gerekenler, koltuğun verdiği güç zehirlenmesi ile kanatsız uçuyorlar.
Sonra?
Seçimli veda.
Oysa, gitmesini bilebilmek daha onurlu bir davranış.
Bırakıp gitmek tarih yazdırır insana.
Farkını fark ettirir de!
Ne var ise o koltukta, bağımlılık yaratıyor.
Uyuşturucu gibi bir şey herhalde.
Hapı bir yutmaya gör.
Tepeye bir çıkıyorsun.
Pir iniyorsun!