Oluyor bunlar!
Dönemin Erdemir Genel Müdürü “benim hakkımda yazıyor” diye Cumhuriyet Savcılığına benim hakkımda suç duyurusunda bulunduğunda, emniyetten aradılar.
Emniyet başımız üstünde.
Gel dediğinde gideceksin.
Hem de zaman geçirmeden.
Ben de öyle yaptım.
“Hakkında şikayet var” dediklerinde öğrendim Erdemir Genel Müdürünün demokratik hakkını kullanarak yangıya başvurduğunda.
Yazdın ise hesabını vereceksin.
Hiçbir sıkıntı yok.
Doğru yazmıştım ama sebepleri vardı ve (bana göre) yazının içinde hakaret veya aşağılama gibi bir ayıp yoktu. Eleştiri çizgisini aşmayan yazım ile şikayet etme hakkını kullanmıştı.
Zaten böyle bir durum bekliyordum.
Şikayete karşı da çıkar takır takır yazımın içeriğini savunurdum.
Emniyette savunmamı yapabilmem için şehir dışındaki avukatımla görüşmem gerektiğini söyledim.
“Tabi savunma hakkı kutsaldır” dediler ve ertesi sabah gelip ifademi vereceğimi belirttiğimde, “tamamdır” yanıtı aldım.
“Tamam!” diyen de memur değil, emniyetin müdüründen sonraki amiri.
İstanbul’a şikayete konu olan yazımı gönderdim ve durumu anlattığımda “Sabah faks geçeceğim, ifadeni bu yanıta göre verirsin! Denildi.
İşlem tamam.
Akşam oldu, sosyal aktivitelerimizi her zaman ki yaptık ettik ve eve geçtim. Tam yatacaktım ki kapı çalındı.
Polis kapıda.
Tanıdık arkadaşlar hemde.
“Hayırdır!” dediğimde, “Emniyete götüreceğiz seni” dediler.
“Ya niye zahmet ettiniz alo deseniz ben gelirim.”
“Biliyoruz” derken, emir kulları olduklarını yüzlerindeki mimiklerden anlamamak mümkün değildi.
Birkaç günlük sakalım vardı, gitmesine gideceğiz ama ucunun nerede biteceği belli olmaz bu işlerin. Neler okuyoruz neler! O anda “sakal tıraşı olayım” teklifime iyi niyetleri ile hoşgörü içinde “hayır!” demediler. .
Gözaltına alınmamın sonrasında sakallı haldeki görüntümün durumu daha çok ajitasyona uygun olacağını düşünerek bir anda vazgeçtim tıraş olmaktan.
Haydi gidelim!
Kapıdan çıkmadan önce gazetenin patronu Celal :Bozkuş ile muhabiri olmam nedeniyle Hürriyet Haber Ajansı Şefi Cevdet Akgün’e telefon ettim ve “gözaltına alınıyorum” demeyi unutmadım.
Bindik polis arabasına gittik önce sağlık kontrolünün ardından emniyetimize.
Bekliyorum ki, nezareti de görecek miyiz diye.
“Atacak mısınız nezarete” diye sordum, yanıt alamadım.
Zaman geçmiyor.
Geçmiyor gibi geçen zaman sonrası, evde yaptığım telefon görüşmelerinin ardından tahminim odur ki etrafta bir şenlik bir şenlik!
Yanıyor bu yeşil köşkün lambası.
Emniyette bulunduğum odadaki memur İstanbul’dan telefon ile arandığımı söyledi. Karşımda Avukat Fikret İlkiz “şimdi susma hakkımı kullanıyorum, ifademi savcılıkta vereceğim diyeceksin ve serbest kalacaksın” dedi.
Biz gazeteciyiz. Bizim gibi gazetecileri Allah’ın her günü değil, her saat şikayet edenler olur. Her şikayette emniyet böyle meşgul edilirse, halkın genel güvenliğini kim sağlayacak? Tuhafıma gitmişti yaşanılanlar. Şikayet eden Erdemir genel müdürü olmasa böyle bir uygulamayla karşılaşılır mıydı?
Fikret Bey’in bu sözlerine yaşananları kamuoyunda ses getirme açısından “ben kalsam” diye yanıt vermem ile fırçayı yedim.
Polis memuru avukatımın dediği gibi ifademi aldı ve “iyi akşamlar” dileğiyle evine gitti, ben de evime gittim.
Ertesi sabah emniyette bir polisle gönderildim savcılığa.
Savcı beyin evrakı teslim eden polis memuruna “ben size gözaltına mı alın dedim, niye evine gidiyorsunuz” türü sözlerini kapıda beklerken duyunca, polisimizin içine düşürüldüğü durumdan içim acıdı.
Ne tuhaf olaylar yaşıyoruz değil mi?
Söyleyecek çok şey var da, söylememek en iyisi.
Yaş merdivenlerinde neredeyse çıkacak basamak kalmamış iken ben şimdi bu anıları niye çıkartım eski zaman sandıktan?
Sebep?
Vay be!
O yıldan bu yana tam tamına 29 yıl geçmiş ya!
Hay Allah!