1960 darbesinde 6 yaşındaydım. O yıllardan bu yana neler gördük, izledik ve yaşadık.
12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, 15 Temmuz ve 19 Mart.
Bu tarihler çok çok öne çıkanlar.
Ya çıkmayanlar?
Evet çok şeye tanık olduk.
Ve bugün yaşadıklarımızı o birikimlerimle değerlendirmeye kalktığımda, büyük fotoğrafı göremediğimi altını çize çize ifade etmek istiyorum.
Neler oluyor ülkemizde?
19 Mart’ın geleceğini sağır sultan bile duymuş iken, operasyonun muhatapları kör müydü?
Duymadılar mı?
Okumadılar mı?
Görmediler mi?
Bugün içinde bulunulan süreçte gazetecilere bile kelepçe vurulurken, parti başkanları tutuklanıp mapuslara atılırken ve de “turpun büyüğü” vurgusu yapılırken, bile bile mi lades denildi?
Bunun adı gaflet değil midir?
Ya da bu durum “gaflet” değil de, bir silkiniş ve uyanışın fitilini ateşlemek için “lades” midir?
Veya başka bir şey mi?
*
Objektif gözlükler devreye girdiğinde hangi fotoğrafı görebileceğiz?
Ya da görebilecek miyiz?
Sonra şu yaşananları nasıl değerlendireceğiz?
Olayların perde arkasındaki toplum mühendislerin hangi senaryoları yazıp sahneye koyduğunu ve bu oyunun içinde .bizlere hangi rolleri biçtiklerini anlayabilecek miyiz?
Peki, şu senaryoyu var olan veya sunulan görüşlerin dışından izleyip de “şudur” diyen kim var?
Var ise seslerini duyabiliyor muyuz?
Yandaş ve candaşların dışında kalanlar, turpun büyüğünü değil, fotoğrafın büyüğünü görebilmeye çabalıyor.
Durum budur.
Ortam –ne yazık ki- iki kutupludur.
Yanıltıcı olan da aslında bu değil midir?
*
Ne iktidarın ne de muhalefetin politikalarını onaylamayan çok ciddi bir kesim var.
AK Partiye ve CHP’ye de güvenmeyen bu kitleler, içinden geçtiğimiz süreci ve sonrasını görebilmek için, gündemin dışına itilen konuları merak ediyor.
Neler oluyor?
Son dönemde, Bolu’da 78 canımız yanarak can verdi.
Emekliler yüzde 15’e mahkum edildi.
Asgari ücret yerlerde süründü.
Ameri-kan’da yönetim değişti.
Komşumuz Suriye’de rejim değişti, terörist biri kendini cumhurbaşkanı ilan etti.
Bebek katilinin yüce meclise gelip konuşması istendi.
Bir partinin genel başkanı yemek yerken gözaltına alınıp tutuklandı.
Gazeteciler ve bazı isimler aradan geçen 13 yıl sonra gezi olayları öne çıkarılıp gözaltına alınıyor.ve tutuklanıyor. Ülkede basın özgürlüğü adeta askıya özgürlük heybeye atılmış iken, şu bulanık ve tozun dumanın birbirine girdiği ortamda, net bir görüntüye ulaşmak mümkün mü?
“Kral çıplak” demenin zorluğunun bilinci içinde, şu yaşananların perde arkasını göremediğimden beynim sürekli olarak “neler oluyor?” sorgulamasında kısa devre yapıyor.
*
Yollar kesiliyor, barikatlar kuruluyor tomalar keskin soğuklara rağmen gencecik çocuklara su sıkıyor, tüfekler de biber gazı kusuyor..
Halk da “Kurtuluş yok tek başına…” diye bağırıyor.
Ve muhalefet “birleşe birleşe kazanacağız” diye diye çığ gibi büyüyor.
İmamoğlu’nu kahramanlaştıran iktidar, demokrasinin ruhuna ters düşen uygulamalarını sürdürmeye devam mı edecektir?
Eder ise, “Ya hep beraber, ya hiç birimiz” sloganlarının desibeli kimleri önüne katacaktır?
*
Sorular sorular ve sorular.
Bu sorular arasında güneşi görebilmek mümkün değil ki!
Hava kurşun gibi ağır mı ağır.
Ve o ağırlık azalacağına artıyor.
Arttıkça da boğulanlar hep biz,
Ve de demokrasimiz için için ağlıyor!
*
Son alarak size Metin Akpınar’ın görüşünü paylamak isterim:
“Bence belediye başkanından Cumhurbaşkanı olur diye bir kural yok. Benim Cumhurbaşkanı adayım siyaset bilimci profesör, 2 dil bilen, dünyayı takip edebilen birisi.”