Eğer ki hafta sonu değilse, bayram seyran değilse, yani ahalinin işiyle gücüyle uğraşmadığı bir zaman da değilse, kasabanın 50-60 yıl öncesindeki haline çok benziyor.
Yaşayanlarının sakinliği dinginliği telaşesiz koşuşturmasız hali, herkesin birbirini tanıdığı sınırlı nüfusu ile kasabanın eski yıllardaki halini hatırlatıyor.
Benzer yanları çok fazla.
Tarihin çok eski çağlarından, İÖ binlerce yıl öncesinden buyana birçok medeniyete ev sahipliği yapmışlar.
Zamanındaki adı Phokaia olan Foça’nın geçmişinin İÖ 11 yy. kadar gittiğini söylüyorlar. Phokaia antik Yunandan, Pheke den gelen bir sözcük. Halk arasında Fokai olarak söyleyenler de var.
İyonya Antik Çağda İzmir ve Aydın’ın sahil bölgelerine verilen isim. Phokaia da 12 İyon kentinden birisiymiş.
Tarihteki adı Herakleia Pontike olan Kasabanın da geçmişi çok eski zamanlara dayanıyor. Adından da anlaşılacağı gibi Heracles’in egemen olduğu, borusunu öttürdüğü kentlerinden birisi.
Tarih kitapları Pers ’lerin Ege de Manisa civarlarına kadar girdiklerini, Karadeniz’de Herakleia Pontike civarında bulunduklarını, hatta bizim oraların bölge yöneticileriyle de iyi ilişkiler kurduklarını yazıyor.
Yani bu Persler hem Egenin Phokaia’sına hemde bizim Herakleia’ya bayağı bir ilgi göstermişler. Ayrıca Antik Yunan’ın Phokaia’nın da Herakleia’nın da üzerindeki etkisinin iyi biliyoruz.
Antik Çağ’dan buyana biri Ege’nin diğeri Karadeniz’in en önemli limanlarından ve ticaret merkezlerinden. Deniz kıyısında kıymetli bir limana sahip olan yerleşim yerinin, Kalesi’nin olmaması mümkün müdür?
O zamanlardan buyana öyle veya böyle ayakta kalan bu iki yerleşim yerinin, gizemlerini içlerinde sakladıkları görkemli kaleleri var.
Deniz, tüm medeniyetler için çok önemli, çok kıymetli.
Başta balıkçılık olmak üzere iş aş ekmek kapısı.
Bu topraklarda “Ekmek aslanın ağzında” deyimi her zaman geçerliliğini korumuştur. Ama bu iki yerleşim yerinin bazı sakinleri için “ekmek denizin içindedir” denilse yeridir.
Fokai için deniz ekmek kapısıdır demiştik, yalnızca balık ve balıkçılık adına değildir bu söylem. Uçsuz bucaksız Menemen, Bağarası, Geren köy gibi ovalarında envai türde yetişen meyvenin sebzenin satış kapısıdır büyük denizdeki liman. Bu bölgenin tuzlalarından elde edilen tuzlar, zamanın en önemli ihraç maddesi ve gelir kaynağı olmuş.
Foça ovalarındaki sebzelerinin üzümlerinin meyvelerinin yerini, bizim Kasabanın artık yokları arasında yerini alan Osmanlı çileğimiz,
Tuzlalarındaki tuz üretim alanlarının yerini, Kandillimizin 17’ sinde, Kireçlik ’inde toprağın binlerce metre altından çıkartılan Karaelmasımız alırdı.
Şimdilerde belki çileğin değil ama çeliğin önemli çıkış kapısıdır kasabanın limanları.
Fokai nin büyük ve küçük denizlerinin bizdeki karşılığı, zamanın Bozhane ’sindeki Dökülü ile Çeştepesi ve Baba Burnu’nun koruduğu büyük limandır.
Şimdilerde Devrek yolu tarafından Göztepe’nin alt yamacına, öncelerde bu yol yokken yerlerinde meyve bahçeleri, askeri bölük varken Meydanbaşı’ndan, eski Hükümet konağının önüne kadar geldiğinizde deniz aniden karşınıza çıkar da bilmeyenleri, ilk kez görenleri şaşırtır “aaa deniz” demelerine neden olur ya,
İşte Bağarasını geçip birkaç tepeyi inip çıktıktan sonra aniden karşınıza çıkan denizi gördüğünüzde kasabanın sahiline kavuşmuş gibi bir heyecana kapılabilirsiniz.
İngiliz Burnu çarşının ucundan başlayıp askeri bölgenin, yalıların, önünden de geçerek denizin içine doğru uzanıyor, tekneleri kuzey rüzgarlarına karşı koruyor, liman vazifesini görüyor.
Tıpkı bizim kasabanın Gavurman ’ın dan Rahmi’nin kahvesinin önünden askeriyenin yanından hastanelerin altından geçerek Baba burnuna kadar uzanan korunaklı deniz kıyımız gibi.
Bozhane ’de Rumların sahibi veya birilerinin kiracısı oldukları meyhaneleri birçok kasabalı iyi bilir.
Mekânın mutfağında karısı mezeler balıklar lezzetli yemekler yaparken, mekânın sahibi müşterilerle ilgilenir, hesabı kitabı kontrol eder yani mekânını idare ederken, evin kızı da serviste görev alırmış.
Tıpkı aynı tarihlerde Foça çarşısında bolca olan Rum meyhanelerinin veya Kozbeyli’sindeki Çapkınoğlu’nun meyhanesinde olduğu gibi.
............................
Foça da bir aile ismini silinmez bir şekilde kasabanın her tarafına yazdırmış.
Midilli ailesi
Midilli göçmeni aile başta eğitim spor ve sağlık hizmetleri olmak üzere aklınıza gelen her alanda buraya damgasını vurmuş. Eski Foça’ya adımınızı attığınız andan itibaren her yerde bunu hissediyorsunuz.
Reha Midilli 1973- 1980 yılları arasında Foça Belediye Başkanlığı yapmış. Asıl önemlisi kendisinin ve ailesinin buraya yaptığı hizmetler. Onun içindir ki “TBMM Üstün Hizmet ödülü” 7.8. ve 9. Cumhurbaşkanlarından “Takdirname” ve “Şükran Ödülleri” almış.
Hani zaman zaman bizim kasabada birileri ben yaptım, ben ettim, ben olmazsam siz hiçbir şey yapamazsınız demeye getiriyor da Belediye Reisi de bırakın boş boş konuşmayı parasızlıktan spor kulübünün bile kapısına zincir vuracağız, buralardan sebeplenenler, buralarda doyanlar biraz ellerini ceplerine atsın diye feryat ediyor ya.
Kasabanın dünya markası fabrikası hep alıyor hep sebepleniyor, ama kasabayı kasabalıyı yok sayıyor diyor ya.
İnsanların doğdukları yer elbette önemlidir. Ama en az onun kadar da önemli olan şey doydukları yerdir.
.................
İlk baskısının üzerinden 21 yıl geçti, 10 kez basıldı. Yunancaya çevrildi, kitap için sempozyumlar düzenlendi tarih ve barış adına yaptığı katkılardan dolayı yazarına ödüller verildi.
Ne gariptir ki yabancı dilde yapılan baskısının satış rakamları ülkemizdeki satışların çok çok üstüne çıktı.
1900-1922 arasındaki Ege’nin anlatıldığı Kemal Anadol’un Büyük Ayrılık kitabı için Doğan Hızlan tarihi belgelerle donatılmış romanları okumanın, günümüz ile bağlantı kurmada bize çok büyük yararları vardır, ayrıca o bakımdan da bu kitap bir belgeseldir diyor.
Kitaptan öğrenilecek birçok konu, anlayanlar için alınacak birçok ders var.
Ama doyduğun yerin önemini bilmek ve anlamak açısından da bu kitap gerçek bir belgeseldir.
Nuri Öztürk / İZMİR