Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğini arkamızda bıraktık,çok hızlı tüketiyoruz çok çabuk eskitiyoruz. Hızımızın, hırsımızın önünde durabilene aşk olsun.

Birileri, yerkürebu hızı, bu yoğunluğu taşıyamıyor, yoruldu,verimsizleşti! bir şeylerindeğişmesi lazım. Sıfırlanıpyeni baştan kurulması gerekiyor diyor.

Hatta daha büyük çok daha büyük değişimler gerekiyor diyenler bile var

Oyun kurucular oyunlarınışimdilik,sınırlarımıza yakın, yer altı zengin, yer üstü fakir çilesi bol olanbölgelerde oynuyorlar.

...............................

Gidişatı iyi görmeyenİtalya’nınGreve in Chianti kasabası sakinleri 1999 yılında nedir bu hırs, nedir bu doyumsuzlukbir yavaşlayalım sakinleşelim,diyerek yeni yaşam biçimlerini tartışmaya başladılar.

Cittaslow ismini alfabelerinin en üstüne yerleştirerek, kitabımıza uyan,kafa dengi kasabalılar beri gelsin, yaklaşsın dediler.

Bizim anladığımız haliyle, sakin kasabalarda, yavaş yaşamayı benimseyeceklerin anayasasını hazırladılar.

Kitabının olmazsa olmaz maddelerini de alt alta yazdılar.

Bu maddeler değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez, tartışma konusu bile yapılamaz, dediler

Önce, 50.000 kişinin üzerinde nüfusu olan kasabalar, bize göre kasabalıktan çıkmıştır, onlarla hiç işimiz olmaz dediler.

Bizebirbiriylekolay iletişim kurabilen tanış olmuş / olabilecek kaynaşmış kasabalılargerekiyor, Böylece sosyalleşmemizde kolay olacaktırdediler, deftere yazdılar.

Herkesi öyle kolaydan üye yapmak istemiyorlardı. Kontrolü elden kaçırmamak lazımdı.

Kasabalı, kendi kendine yetmeyi bilmeli bunu sürdürmeli, gıdadan enerjiye kadar kimseye muhtaç olmadan yaşayabilmeliydi, kaynaklarını boşuna sarf etmeden kullanmalıydı kısacasımüsrif olmamalıydı.

Özellikle şu maddenin üzerinde çok duruyorlardı. Olmazsa olmaz bir kuraldı.

Doğa’ya, kültüre, gelenek ve göreneklere tavizsiz sahip çıkılacaktır.

İnce eleyip sık dokuyorlardı, kuralları tavizsiz uyguluyorlardı  her isteyeni de birliğe almamayı baştan kayıt altına almışlardı.

Onlara göre yaşamın keyfini çıkartmak veya mutlu yaşamak ancak bu şekilde mümkün olabilirdi.

.............................

Ahlat’tan Göynük’e Köyceğiz’den Seferihisar’a Foça’dan Gökçeada’ya kadar 23 kasabamızCittaslow belgesi almayı,birlik üyesi olmayı başarmış.

Şimdilerde bazıları bu birliğe girmek için şartlarını zorlayıp, kapıda beklerken.

Bazıları da canım biz yıllarca öyle yaşadık sıkıldık, birazda karmaşık, boğazımızı yakannefes almanın bile zor olduğukirli havalı, bol hastalıklı, bol trafik kazalı,çekilmesi zor sıkıntılıbir yaşama geçelimhatta mevcutla da yetinmeyelim denizimizdaha tam kirlenmedi, şuraya buraya birkaç kafes koyup denizimizin ölümüne de katkı verelim diyebilir.

.......................

Köylerinin mahalle olmadığı,keyifli mutlu, yürünerek gezilebilen altı yedi mahallesinin olduğu zamanlarda,1970 yılına kadar kasabanın nüfusu da 50.000 in çok altındaydı.

Yolda sokakta çarşıda tanınmayan birisine çok zor rastlanırdı da rastlandığı zamanda arkasından uzun uzun bakılır en yakınındakine kimmiş bu diye sorulur nerden ne için gelmiş diye de soru genişletilirdi.

Sosyalleşmenin alası yaşanırdı o zamanlarda kasabada.

Evlerin kapılarıgündüz ayrı, gece ayrıgelenden gidendenhiç kapanmazdı.

Mahalle gezmeleri, evziyaretleri, dere kenarlarına deniz kenarlarına yapılan pikniklere, hıdrellezlere yağlı direklere,yukarı beccan ’daki güreş ve futbol şenliklerinemahallelerden topluca yürüyerek gidilir,yürüyerek gelinirdi.

Hastanenin oradaki açık hava,kasabanın elektrik ihtiyacına yeterdi de artardı. Evlerde de sokaklarda da lambalar hesaplı kullanılırdı. Yatak odalarının serin olması özellikle tercih edilirdi, evlerde toplu oturulan yerlerde bile sobalar kararınca yakılırdı.

Yok yok,darlıktan yoksulluktan değil, kömürün hası,odunun meşe olanı kömürlüklerde yığılı dururdu, müsrif olmanın mahalleyi dumana boğmanın bir alemi yok denirdi de ondan.

Mahallede bir iki evde bulunan buzdolabı tüm mahalleye yeterdi de artardı.

Televizyon mu? Bol sohbet vardı ona ihtiyaç yoktu. Haber havadis derseniz radyolardan saat başı verilen ajans haberleri yeterli olurdu.

Doğa’ya saygı dersen en üst seviyedeydi. Gri azdı, yeşil çoktu. Sırası zamanı mevsimi gelmeyen ne meyve sebze yenirdi, ne de balık.

Gelenek görenek derseniz, bu konuda ters birkonuşma kasabalının büyük tepkisine neden olurdu.

....................

Aklı başındaki İtalyanlar yaşamın, hayatın, iki günlük ömrün kıymetini ancak 1999 yılında anlayabilmişler!!

Biz ise o yaşamı, 70’lere kadar devam ettirdik, sonra sıkılıp vazgeçtik,bıraktık!

Nuri ÖZTÜRK / İzmir