Yirmi yaşında, esmer, uzun düz saçlı, iri ela gözlü zayıf (ama öyle kemikleri sayılan cinsten değil), uzun ve güzel bacaklı, kısacası onu gören gençlerin dönüp bir kez daha baktığı, oğlan analarının "Hay maşallah!" dediği bir kızdı Yeşim. Üç yıldır İstanbul İletişim Fakültesi'nde Gazetecilik Bölümünde okuyordu. Gerçi İzmir'de okumayı çok istemişti ama dokuz göbektir İstanbullu olduklarını söyleyen babasının ısrarına dayanamamış bu okulu seçmişti. Seçmek kelimesi pek uygun kaçmasa da... Babası dokuz göbek, on göbek hesabı yapıyordu ama babaannesi Zonguldaklıydı. Saf bir İstanbullu olmayan baba,  bunu hep görmezden geliyor, baba tarafının önemini vurguluyordu her konuşmasında.

Yeşim, doğma büyüme İstanbullu olduğu için bu şehri seviyordu elbet ama son zamanlarda değişen insan profili onu rahatsız ediyordu ve İzmir'de daha mutlu olacağını düşünmüştü bu yüzden. Ama okulunu ve hocalarını çok sevmişti. Şimdi severek gidip geliyordu fakültesine. Üçüncü yılın sonuna doğru, Yerel Gazetecilik dersinde, hocaları bir ödev vermişti. Kurban Bayramıya ilgili bir yazı yazacaklardı. Yazının haber değeri olması gerekliydi tabi. Bir de haberi seçilen öğrencinin yazısı bir dergide yayınlanacaktı. İyi güzel de bayramla ilgili ne yazılabilirdi ki... Kaza haberi yazmak istemiyordu. Kaçan kurbanlıkları da yazmayacaktı. Acaba ne yazsam diye üç gündür kafa patlatıyordu. Sonra babaannesinin sözü geldi aklına: "Bin bilsen de bir bilene danış"

O gün akşam yemeğinde ailesine anlattı ödevi. Erkek kardeşi Burak, her zamanki ukala haliyle "Bayram harçlıklarını yaz!" dedi. Babası uzun uzun düşündükten sonra "Eski bayramları  anlatsan..." diye bir öneri getirdi. Annesi de bu fikri onaylayarak "Evde yapılan baklavaları, börekleri, bayram ziyaretlerini falan yazabilirsin" dedi. Kocası öldüğünden beri onlarla yaşayan babaannesi "Kızlar Bayramını yazsana" dedi.

"Kızlar Bayramı da ne ki Tontonum?"

"Alaplı'daki bir gelenek bu Tontişim."

"Alaplı... Zonguldak'ın ilçesiydi değil mi?"

"Evet."

"Eee anlatsana Tonton, nasıl bir gelenek bu?"

"Tontiş, ben hiç anlatmayayım. Zaten haftaya bayram. Sen bayramın son günü Alaplı'da ol ve kendi gözlerinle gör olanı biteni."

"Son günü mü?"

"Evet bayramın dördüncü günüdür Kızlar Bayramı."

"Otel falan vardır değil mi orada, kalabileceğim...?"

Babası söze girerek ve biraz da asabi bir sesle:

"Bize danışan, izin alan falan yok mu?" dedi.

"Babacığım, istek çok yüce makamdan geldi, seni bile aşar valla" diye gülümsedi Yeşim.

"Tontişim, orda benim kuzenim var onlarda kalabilirsin. Hem bu vesileyle birazcık akrabalarını da tanımış olursun" diye sitemkar bir ses tonuyla öneride bulundu büyükanne.

Karar verildi. Bayramın ikinci günü Alaplı'ya gidilecek, akrabalarla samimiyet kurulacak, Kızlar Bayramı'yla ilgili veriler toplanacaktı. Bayram; yerinde görülecek, röportajlar yapılacaktı.

"Bir şartım var" dedi babası."Babaannen de seninle gelecek"

Babaanne bu duruma sevindi sevinmesine ama sevincini çok belli etmemek için, romatizmalı bacaklarından, ağrıyan belinden yakınarak bunun kendisi için kolay olmayacağını anlatmaya çalıştı. Fakat torunu için bu fedakarlığı yapacağını da belirtmeden geçmedi.

Akrabalarla iletişime geçildi. Adresler alındı. Bayramın ikinci günü Alibeyköy'den otobüse bindirdi babası onları. Akrabalarına Alaplı'ya gelme sebeplerini de söylemişlerdi. Onlar da ellerinden gelen yardımı yapacaklarını açıklamışlardı.

Onlar otobüsle gidedursun Alaplı'da fısıltı gazetesi son günlerin en yüksek tirajını yapmaktaydı. Laf kulaktan kulağa geçerken epey bir değişikliğe uğramıştı. Önce şöyle başlamıştı söz:

"Hatice ablaların İstanbul'daki akrabaları Kızlar Bayramı'nı görmeye geleceklermiş"

Sonra biraz değişti:

"Hatice ablaların İstanbul'daki akrabası torununu Kızlar Bayramı'nı görsün diye Alaplı'ya getirecekmiş."

Sonra biraz daha değişti:

"Hatice ablaların İstanbul'daki akrabalarının kızı, koca bulamamış orada, o yüzden buraya gelip Kızlar Bayramı'na katılacakmış"

Sonra biraz daha söz eklenerek şöyle sürmanşet olmuş bu kulak haberi:

"Hatice ablaların akrabası olan kocakarı, torununa koca bulmak için Alaplı'ya getiriyormuş"

Bizimkiler otobüsten inene kadar birkaç baskı daha yapmış fısıltı gazetesi küçük değişikliklerle. Kızın ne topallığı kalmış uydurulmadık ne de körlüğü.... İşin garibi bu dedikoduları çıkaranların da bir müddet sonra anlatılanlara inanmalarıymış.

Geldikleri gece hemen sorup soruşturmaya başlamış Yeşim. Neymiş bu Kızlar Bayramı? Ne zamandan beri yapılıyormuş. Amacı neymiş? Neler yapılıyormuş? Neden yapılıyormuş? Nerede yaılıyormuş?

Ellerinden geldiğince, dilleri döndüğünce cevap vermiş evdekiler bu sorulara... Bayramın son günü bütün kızlar ve erkekler Alaplı sokaklarına doluşurmuş. Her köyden gelirlermiş kızlar, erkekler... Burda birbirini beğenen gençler gelecekteki evliliklerinin temelini atarlarmış. Aslında önceleri Ereğli'nin Gülüç beldesinde oluyormuş bu bayram. Sonra bunu ahlaka mugayyir bulanlar yasaklamışlar. Daha sonra Alaplı sürdürmüş geleneği ama eskisi kadar görkemli değilmiş. Bunun önemli nedenlerinden birini de  gençlerin iletişim kanallarının çokluğuna bağladı Yeşim, artık kimse bayramı beklemiyor kavuşmak için buluşmak için, diye düşündü. Oysa önceden ha deyince gidiliyor muydu bir yerden bir yere. İş çok güç çok, vasıta yok para yok... Kaçgöç çok... Baskı çok... Gerçi o yıllara teknolojik olmasa da zihinsel olarak dönüşüyoruz, diye de hayıflandı.

Ertesi gün bütün gün evde kaldı Yeşim ve bayram ziyareti için gelenlerle konuştu. Tabii ki ana konu Kızlar Bayramı'ydı. Yaşlı bir teyze "Şimdiki de bayram mı a gızım" dedi. "Biz gençken Gülüç'de öyle bi bayram oludu ki sorma gitsin. Davulla zurnala çala, manile okunu, oyunla oynanudu. Şimdi gençler mapushanedeki gibi o yandan bu yana volta atmaktan başka bi şey yapmayala"

"Daha çok köyden gelenler önemsiyor bu bayramı" dedi on altı on yedi yaşlarında bir kız. "Biz zaten lisede bütün gün konuşuyoruz erkek arkadaşlarımızla. Onlardan birini seçmek için bayrama gitmeye gerek yok"

Annesi kızına tebessümle bakarak sözü devraldı. "Zaten artık Gençler Bayramı deniyor bayrama. Çotur başkan bile öyle söyledi."

"Gençler Bayramı mı?" diye söylendi az önceki yaşlı teyze."Gızla Bayramı, bunun adı. Adı değişdüme ne lüzüm va. Yiğit bile lakabıynan anılu."

"Ayıp değil mi ama" dedi genç kız, "Sanki malmışız gibi ortaya geçiyoz orda bizi beğeniyorlar"

"A benim güzel gızım, mallıknan ne ilgisi va bunun. Gençle serbes serbes gonuşaya işte bi güncüvez" dedi yaşlı teyze ve utangaç bir tavırla devam etti sözlerine, "Biz amcanna Gızla Bayramı'nda anlaşdukdu."

           

Yeşim, Kızlar Bayramı'yla ilgili bilgi almaya devam ederken, dışarıdaki dedikodu da devam ediyordu. Bayram münasebetiyle birbirleriyle görüşme halinde olan ahali dedikodunun yayılmasını hızlandırmıştı. Herkes koca bulmak için İstanbul'dan gelen Yeşim'i konuşuyordu. Hatice ablalara o bayram her zamankinden çok konuk geldi. Bayram ziyareti bahanesiyle Yeşim'i görmeye geliyordu herkes. Bu güzel genç kızı görenler, böyle bir güzellikle nasıl koca bulamadığına şaşırıyorlar hatta topal mı, sağır mı, kör mü diye çaktırmadan ufak testler bile yapıyorlardı.

Beklenen an geldi çattı. Yeşim ve Hatice teyzenin torunu Gülçin, bayramın olduğu yere gittiler kahvaltı sonrası. Gerçekten de gençler toplanmış, aşağı yukarı yürümeye başlamışlardı bile. Yeşim kızlarla konuşmaya çalıştı. Başlarındaki güzel yazmalarıyla utangaç utangaç gezen köylü kızları konuşmaya yanaşmadılar. Gülü gülüverdiler birbirlerine sokulup. Erkekler de alacıydı konuşmalarında. Bir delikanlı, kolunda nişanlısıyla ordan geçerken fotoğraf çekmekte olan Yeşim'e "Biz de geçen bayram burda tanıştık" dedikten sonra çapkınca göz kırptı.

           

Bir ruh bulamadı Yeşim bayramda. Artık zamana yenik düşmüş bir görenekti Kızlar Bayramı, bunu anlamıştı. Nasıl yenik düşmesin ki? Teknoloji denen canavar önüne kattığı her şeyi değiştirip durmuyor muydu? Insanların duyguları bile eskisi gibi değildi artık. Nasıl her şeyi kullanıp atıyorsak birbirimizi de kullanıp atıyorduk artık. Babaannesinin anlattığı hiçbir şey yoktu günümüzde. Silik, siyah-beyaz fotoğraflarda kalmıştı o eski sevgiler... Daha birkaç saat bile olmadan eve dönmek istedi Yeşim.

Eve geldiklerinde kendisini bir sürpriz bekliyordu. Hatice teyzesi onu yatak odasına sürükleyerek kendi kayrolasına oturttu ve şöyle dedi: "Kızım, senin buraya araştırma yapmaya geldiğini anlamamış kimse. Kasabada dedikodu çıkarmışlar sen güya buraya evlenmeye gelmişin diye. Şimdi de içeride tam beş oğlan annesi var, sana görücü gelmişler."

           

Yeşim apar topar dışarı çıkarak İstanbul'a giden ilk otobüse bilet aldı. Öyle ürkmüştü ki değil Hatice teyzelerin evine, bir daha kolay kolay Alaplı'ya bile gidecek gibi görünmüyordu.

                                                                                        Gül GÜLERYÜZ