İçi boş.

Dışı ise bir o kadar renkli.

İrisi var küçüğü var.

Her türlü modeli.

Eskisi yenisi.

Dönemlisi dönemsizi.

Gazlısı bile var ki, en çok rağbet onda.

Uçuruyor çünkü.

Yük-yükseklere çıkarıveriyor.

Ta bulutlara kadar.

Var var!

 

Binmek güzel.

İnsanın kimbilir içini nasıl dolduruyordur.

Adrenalin salgısı da bir yapışırsa hele.

Of!

Dünya küçük.

Çünkü bulutlarda.

Bulutların yük-yükseğinde.

 

Balondan söz ediyorum.

Binenler binsin de, ne de güzeldir o balon/balonları gökyüzünde seyretmek.

Süzülüp derinliklere doğru gözden bir kaybolunca, yük-yüksek öyle bir yutarki.

Alıp götürür bilinmeyenlere.

Sonra…

Bir gün yükseklere çıkmanın bedeli ağır olur.

Patlayıverirler.

Patlayınca da…?

Yük-yükselirken ki ihtişamından söz bile edilmez.

Çıkmıştır.

Çok çıkmıştır.

Ve o derinliğin basınca küt diye patlayıvermiştir.

Doğa böyle.

Alır yükseltir.

Yükseltir.

Tekrar yükseltir.

Nihayetinde pat yapıverir.

Ama kimi balonlar var ki, yükseldikçe fren yapar.

Patlatmak/patlattırmaz.

Usulca çıkar ve usulca iner.

Ve bunu hep yapar.

Hep böyle yaptıkça da, balon sarhoşluğuna kapılıp da uçup gitmiyor ki.

Ne güzel.

Ah benim de bir balonum olsa, kontrolü elden hiç bırakmam.

Gaza-saza gelmeden, dümeni de kimseye bırakmadan süzülüp denizin üzerinde.

Masmavi gökyüzü ve masmavi deniz üzerinde, beyaz balonumla yaşarım.

Dünü de hiç unutmadan.