Zeki Alasya’da terk etti bizi.
Gitti…
Bir daha dönmemek üzere gitti…
Sonsuzluğa koştu karaciğer yetmezliğini aşamayarak.
Yani; vefat etti.
O gitti.
O gitti de geride yığınsal altınlar bıraktı.
O altınlar ülkemin aydınlık yüzlü insanları.
Halkımız.
Halk.

Alasya’nın ardından duygular sağanak gibi  patladı.
Ardından; O’nun sanatçı kişiliğini ve duruşunu anlatıyor sanat dünyası, dostları ve halkımız.
Ve ağlıyor ülkem.
Ağlıyor çok değerli sanatçısını yitirmenin acısıyla.
Çünkü giden gelmiyor.
Gelmiyor…

Ölenin ardından kötü konuşulmaz derler bizim geleneklerimizde.
Ancak..
Sözüm ona kendilerine bir yafta yapıştıran ve o tekelci anlayışla kendilerinden başkasını insan olarak göremeyenler, Zeki Alasya’nın ardından ağır sözlerle O’nun Allah ile olan bağını sorgulamaya kalktılar. Bunu yaparken de iftira atmaktan hiç çekinmediler.
Akıl almaz.
Vicdan yerinde duramaz bu çirkin ve ayıp sözler karşısında.
Ne demeli?
Hiç…
Hiç dünyasında kalıp da bir başkasına iftira atmaktan kaçınmayan zaten hiç değil midir?

Rahat uyu Zeki Alasya abicim.
Sen gittin kurtuldun bu dünyanın kirlenmişliğinden.
Kurtuldun ve sonsuzluğa uzandın.
Ya biz?
Geride kalanlar?
İftira, şantaj, hakaret alışkanlığındakilerin bitmek bilmez kin ve nefreti karşısında ne yapacağız?
Çaresi ne?
Sen mizah ile tiye aldın bu olumsuzlukları, belki de eğlendin.
Hicvettin yaşamı.
Ama geride öyle bir isim bıraktın ki, kimse söküp atamaz senin o eşsiz kimliğini  gönlümüzden.
Diğer altın insanlar gibi gönüllerdesin.
Ve biz/bizim gibi düşünenler senden önce gidip de gelmeyen Neşet Ertaş’ın her “göğnüm” dediği türküleri dinledikçe sizlere hatırlayacağız.
Özlemlerimize özlem katarak.