Kene gibi yapıştı vallahi.
İlaç milaç fayda etmeyecek nerede ise.
Öksürük tıksırık.
Kendi kendime gülüyorum, morukladık iyice diye.
Öhe öhe öhe!
Ter-mer derken, eh biraz hafifledi gibi.
Benim yaşımdakiler böyle dert yandığında “gençilk” diye takılırım.
Gerçekten de öyle gibi (!)
Biz eskiden 40 yaşındakilere “moruk” derdik.
Ya biz ne olduk?
65’e bir nefes kalmışız ve kimi zaman (çoğunlukla) isimleri bile unuttuğumuz oluyor.
Veya tanımakta zorlandıklarımız.
Aslında çok doğal.
Normal bir süreç.
Genç değiliz ki artık.
Oğlumuz kızımız çoluk çocuk sahibi olmuş.
Bizim yaş yerinde mi duracak?
Yooo!
Koşuyor!
O koştukça, Allahın bize verdiği ömür kontürleri bir bir tükeniyor.
Acaba kaç kontörümüz kaldı?
Eh artık bundan sonra “tek tek basaraktan, bade süzerekten, inci dizerekten” kalan ömrümüzden sayfalar koparıp duracağız.
Normal seyir böylece devam ederken, siyaset sahnesine bir bakıyorum ki “bu nasıl hırs” demeden geçemeyeceğim durumları süzmeye çalışıyorum.
Bırakmak ve bırakmayı bilmek bir kişilik ve onur meselesidir.
Ne de güzeldir sonradan gelenlerin önünü açmak.
Bu işyerlerinde de öyledir.
Usta-çırak ilişkisi ile başlayan ve yeni ustaların önünü açıp emekliliği geldiğinde veda edenler hep iyi yad edilir.
“Ezdirmedi kendini ve zamanı gelince gitti” derler.
Gitmemek için direnenlere gıcık olunur.
Tüm sempatisini kaybettiğinin bile farkına varmayan böylelerinin o gitmeme hastalığı üzerine ne yorumlar yapılır ne!
Günü ve zamanı geldiğinde gitmek lazım.
Gitmeyi bilmek lazım.
Hele ki yaş 65’e geldi ise durmamak lazım.
Ha bunca birikim elbette boşa atılmamalı diyenlere de kulak verilmeli.
Hobi diye güzel bir kavram var.
Hele ki abilik. Ne de hoştur, “abi” olabilmeyi başaranlar için.
Ombudsman!
Tümü de gençlerin önünü açan ve finalde onur koltuğuna oturmayı bilmektir.
Ya biliyorsunuz bir de siyasetçi takımı var.
Git desen gitmez.
Durur!
Hep o eski itibarlı yılların özlemi içinde gelişim ve değişimin önünü tıkar.
Bu da bir hastalık.
Adı ne ki bu hastalığın?
Bilen var mı?