“Sene 1341 nefsime uydum
Sebep oldu şeytan bir cana kıydım
Katil defterine adımı koydum….” Diye başlar ve
“Sen üzülme anam dertlerim çoktur
Çektiğin çilenin hesabı yoktur
Yiğitlik yolunda üstüme yoktur…” diye devam eder.
Dinleyenlerin hepsi birden bağırır sonra:
“Eşkıya Dünyaya Hükümdar olmaz!”
**
Sinop Cezaevi’dir Sebahattin Ali’ye bu sözleri yazdıran.
Der ki:
(“) Sinop kalesinden uçtum denize
Tam üç gün üç gece göründü Rize
Karşıki dağlardan gel oldu bize (“)
Ve yine:
“Eşkıya Dünyaya Hükümdar olmaz!”
**
Sinop Cezaevi’nde bir türkünün sözleri daha yazıldı.
O da:
(“) Dışarıda deli dalgalar
Gelip duvarları yalar
Seni bu sesler oyalar (“)
Bu kez nakarat “Eşkıya” değildir.
Ya nedir?
“Aldırma Gönül Aldırma.”
**
1933 yılında yazılmış bu sözler günümüze kadar geldiğine göre, ortada bir “eşkıyalık” söz konusudur ve bu eşkıyalığa karşı da “aldırma gönül” diye telkin sözleri yaşamdan yer bulmaktadır.
Eşkiyalık şekil değiştirmiştir kuşkusuz.
Modernleşmiştir.
Kılığı düzgün de olabilir.
Etkin ve yetkinlerin gücünü de yasalardan alan eşkıyalıkları da mümkündür.
Hele ki konu “Burası Türkiye” ise!..
Eşkiyalık dizboyu.
Bakar mısınız, yeni Özgecan olaylarına?
Sıraya girdi mübarek (!) abazalar.
Sıra sıra…
**
Sözü çok uzatmadan ne dediğime gelmem gerekir ise:
Eşkiyalık boy boy.
Şekil şekil.
Cinsiyeti yok.
Milliyeti yok.
Irkı yok.
Dini mini de yok.
Her yerde ve toprakta var.
Bol bol yetişiyor.
Mübarekler (!) hiç de azalmıyor.
Sürüsüne bereket…
Ha; meslekte seçmiyor.
Girmediği ve kirletmediği hiçbir yer ve durum yok.
Eşkiyasız günlere olan özlememiz ile “aldırma gönül aldırma” demekten başka ne seçeneğimiz var ki?