12 Eylül öncesini yaşayanlar daha iyi bilir.
O günler bir daha asla gelmesin!
Getirilmesin…
Bir gün biri düdük çaldı ve tüm o olaylar bitti.
Bitiverdi.
Nasıl mı bitti?
Bugün bile o kadar çok karanlık var ki.
Işık bir türlü süzülemedi.
Süzdürülmedi.
Ne dedi bir devletin büyüğü?
Bir tuğla çekilirse yıkılır!
O günlerden bu günlere.
Öyle bir coğrafyadayız ki, dostumuzu mumla arayıp bulamayacak kadar yalnızız.
Ortalık hep düşman.
Sadece dışarıda mı bu düşmanlar?
İçimiz fıkır fıkır düşman kaynıyor.
Her alanda.
Sadece devletine meydan okuyanlar mı?
Hayır!
Çalan da düşman, soyan da.
Kanun tanımayanlarda.
Tümü düşman…
Kimi zaman da var olan dostlarımızı kaybetmekte de üstümüze yok maşallah.
Maşallah dedik ya, bu aralar Ereğli’de çokça ortalarda görünen Adnan Hocacılar gibi “inşallah” bile çekemiyoruz.
Çünkü…
Her gün olay.
Sanki tarihin tekerrürü sahnede.
Aynen 12 Eylül öncesi gibi.
Terör ile beslenenlerin kirli amaçlarını planlayanlar, bu güzel ülkeyi parçalayıp ham edebilmek için fırsat yaratmanın peşinde iken, ulusal birlik ve bütünlüğümüz her zamankinden daha çok tehlikede.
Farkında mısınız; iç savaştan sez edilmeye başlandı.
Bu gidişin iyi bir gidiş olmadığını söylemeyen yok ki.
Gün toplumsal dayanışmanı sağlamlaştırarak dik durma zamanı ama…
O “ama”nın içini dolduran sebepler ortada duruyor.
Çözüm yok.
Çözümsüzlüğe elbette ki mahkum olmayız…
Olmamalıyız da!
Hava provokasyon kokuyor.
Hem de zehir gibi !
Çözümün ilk adımı ise sağduyu.
Sonra akıl.
Ardından ulusal birlik.
Ve her alanda dayanışma.
Öncelikle de komşularla barış.