Şu-bu kişi veya kurum bir etkinlik düzenliyor.

Etkinlik dediğim de büyük hazırlık gerektiren çalışmaların bütünü.

Kolay değil öyle.

Kılı kırk yaracaksın.

Etkisini tepkisini ölçeceksin.

Bir de geri dönüşü var tabi ki bu işin.

 

Ama…

İş etkinliğin başlama saatine geldiğinde işler karman çorban.

Sebep?

Açılışa davet edilen ve geleceğini söyleyenlerin ortalarda gözükmemesi.

Hay Allah?

Nerede kaldılar?

Telefonlar.

Haberleşmenin derinlikleri.

Ha geldi gelecek.

Tabi bu arada davete saatinde gelen vatandaşlar beklemede.

Çünkü onlar vatandaş.

Bekler.

Ne yapacaklardı sanki.

Marabalar ya.

Marabalar ağaları bekler.

 

Dakikalar saate dönüştüğünde, o marabalar okuyamaya başlar içten içe.

Hay senin….

Bunca insanı bekletmeye ne hakkın var?

 

Altlarında geçiş üstünlüğüne sahip araçlarıyla bile davete zamanında yetişmeyenler, kollarının altlarına birkaç karpuz sığdıracak genişlikte nihayet geldiklerinde, poz o biçim.

Büyük adamlar ya!

Tövbe…

 

Ya kardeşim  ne kadar büyük olur isen ol, büyüdükçe küçülmeyi biliyorsan insansın.

Küçülmek dediğim mütevazilik.

İşgal ettiğin o makam veya koltuğa yakışmaktır aslolan.

Olabilir bir engel çıkabilir.

Bildir ve “siz açılışı yapın, biz daha sonraki saatlerde uğramaya çalışacağız.” Diye.

Çünkü…

Oradaki halkı bekletmeye kimin ne hakkı var ki?

Ayıptır ayıp.

Daha ötesini söyleyeceğim.

 

İşin bir tuhaf yanı da, etkinliği düzenleyenlerin garipliği.

Kardeş bildirdiğin saatte neden başlatmıyorsun etkinliği?

Neden çağırdıklarına saygısızlık yapıyorsun?

Neden verilen saate uyma saygısını gösterenlere saygısızlık yapıyorsun.

Gelen gelmiştir.

Gelmeyeni sittir et ve bekletme kimseyi.

Buna kimsenin hakkı yok ki.

Zaman o kadar değerli ki, herkesin işi gücü vardır.

Değer vermiş gelmiş ama bilmem kimi bekleyerek, o değerli olanları incitmeye ne hakkın var ki?

Değerlilere değer vermeyerek değersizleşmemeli ve saatinde başlatmalı bu açılış, basın toplantısı, gösteriş etkinliklerini.

Yeter yani yeter !