Yaşamınızı sürdürdüğünüz coğrafyada çeşitli nedenlerden ötürü mutsuz olabilirsiniz. Yakınınızda, yörenizde insanlar duyarlılığını yitirmişse, benmerkezcilikleri, başkalarının acısına, felaketine omuz silkecek kerteye varmışsa, içinde soluk alıp verdiğiniz toplumda sevgi yerine öfke, şiddet, ahlak bozukluğu egemen olmuşsa, ırk, din, mezhep ayrımcılığı yurttaşları birbirine düşman etmişse mutsuz olmakta elbette haklısınız. Yine de derim ki daha yaşanası bir ülke yaratma umutlarımızı asla yitirmeyelim. Geleceğin insan odaklı, eşitlikçi yapısını inşa etmek için düşlerin yaratıcılığına sığınmalı, düşleri gerçeğe dönüştürmenin yollarını aramalıyız. İnsan yaratıcılığına, bilime, sanata ve yazıya çiziye bunca öfke kusan, siyaset erbabının, haksızlığın, hukuksuzluğun ömrü çok sürmez. İnsanlık tarihi böyle söylüyor. Yaratıcı aklın önünde, eninde sonunda zulümleriyle birlikte silinip giderler.
Bu sıkıntılı, karanlık günlerde mücadele gücünü, dayanışmayı elden bırakmamak emekçilere, aydınlara, akademisyenlere, barolara, sendikalara düşen önemli bir görev. Ülkenin düşünce insanları, gazeteciler ve yazarlar için bir yarı açık cezaevine dönüştürülmesinin önüne ancak böyle geçilebilir. Şimdilerde kamuoyunu algı operasyonları ile yönetmeye çalışan bir iktidar var. Korku yayarak, beyin yıkayarak, halkın haber alma kanallarını tıkayarak toplumu yönetiyorlar. Bütün bunların bilincinde olarak kanımca şu anda yapacağımız en iyi şey kendimizi güçlü kılmak. Yaşama bağlılığımızı pekiştirmek. Mesela küçük mutluluklar bulmak. Kitap okumak, şiirle haşır neşir olmak, resim yapmak, fotoğraf çekmek, içinizde kıpırtılar uyandıran belki de gençliğinizden beri dinlemeyi ihmal ettiğiniz müzikleri doyasıya dinlemek. Tiyatro yapmak, film ve belgesel çekmek ve elbette dans etmek, inadına türkülerimizi, şarkılarımızı yurdun dört bir yanında söylemek. Dünyamızı aydınlatan o büyük bestecilerin yapıtlarına kulak vermek, türlü yokluklara, sıkıntılara karşın sizlere ulaşmayı beceren tiyatro oyuncularını alkışa boğmak hiç de güç değil. Üstelik bireyleri böylesi küçük mutluluklardan bile yoksun bırakmaya uğraşan kimi yönetici ve siyasetçi için de, insanın yaratıcılığına inanan bireylerin çarpıcı bir yanıtı olacaktır. Ve seslenelim dünyaya Nâzım Hikmet gibi:
“…………….. …………….
Kahrolurcasına bedbahtım
Ama asla umutsuz değil”
Yazıyı yine bir şiirle sonlayacağım. Biliyorsunuz, felsefe ve insan hakları temelinde çalışmalar yapan Prof. Dr. İoanna Kuçuradi TÜYAP Kitap Fuarında 2016 yılının Onur Konuğu seçildi. Ülkemizin yüz akı Kuçuradi’nin şiir de yazdığını yeni öğrendim. Üniversite yıllarında Yunanca kaleme aldığı şiirleri şimdi küçük sevimli bir kitap olarak karşımızda. Sizlerle bu kitaptan “ Hücre” adlı şiiri paylaşmak isterim:
Gün ağarınca göreceğim seni.
Hücremin duvarında
her bir hareketimi kımıldamadan izliyor olacaksın,
yüzümdeki her değişimi
anlamaya çalışacaksın doymadan.
Varlığını seziyorum.
duyuyorum soluğunu,
arada sırada hafif hafif,
yaklaşmaya korkuyorum
dokunduğumda dağılırsın diye,
karanlıkta bir hülya gibi.
Tan ağarınca göreceğim seni.
Hücrenin penceresi yok.
Hücrenin duvarında
sabah olduğunda
birbirinin yerini alan bazı yüzler peşine düşeceksin,
şekillenmemiş bazı şekillerin,
hep aynı, hep yeni,
gün ağarınca.
Hücrenin hiçbir çıkışı yok.