Biliyorsunuz benim başımın tatlı belası bir dostum var.

Hem dostum hem bela.

Evet aynen öyle.

Dostum yüreğim çünkü.

Dostum kavgacılığı ile sıkıntı çünkü.

Ama dostum.

Hani şu yaz mevsiminde mayosuz denize giren dostum var ya, işte o!

Siz iyi tanıyorsunuz.

Bir ara bizi bastılar da manşet olduk ya.

O dostumdan bahsediyorum.

 

Bugünlerde yine çok huysuz dostum.

Kızgın.

Öfkeli.

Yanına yaklaştırmıyor beni.

Okudukça okuyor hani tüm öfkesini dışa vurarak.

Haksız da değil.

İlgisiz kaldım ona karşı.

Uzaklaştığımı hissediyor hemen.

Tepkisiz kalmıyor ki hiç.

Anında gösteriyor kızgınlığını.

Peki ya ben.

Ben de onun tepkisine tepki veriyorum.

Kızıyorum, kızıyorum, kızıyorum.

Ama o kadar.

Ötesi yok.

Olamıyor.

Oysa ne gereği var.

Karşılıklı konuşabilsek.

Yapamıyoruz.

O’nun onca olumsuz yanına rağmen çekiciliği yok mu.

O çekiciliği ile şirinleşip sevdiriyor kendini.

Açıkçası zaaf noktamı kullanıyor.

İşi biliyor, biliyor.

Ne yapalım peki.

Her güzelin bir kusuru oluyor işte.

Bu da benim dostumun kusuru.

Kavgacı ama bir o kadar da sempatik.

Sadakatli.

 

Dostuma sordum “havalar nasıl” diye öyle yüzüme baktı.

Bekledim ki birşeyler söylesin da durumlardan habersiz kalmayayım.

Yok!

Tık yok dostumda.

Sustu sadece.

Gözlerinin derinliğine baktığımda ise yüzünü çevirdi.

Bu kez çevirdiği yöne baktı.

Dönmedi bana.

“İşlerimin çok oluşuna bağla bu ilgisizliğimi” diye özür dilemeye yeltensem de umursamadı.

Sanki bir elinde cımbız, diğerinde de ayna var ki “umurumda mı dünya” diyor.

Of!

Naz da hiç çekilmez.

Çekilmiyor da!

Sorularıma hiç tepki vermediği için karizması çizilmiş aşık gibi çektim gittim ben de evden.

Dostuma inat eve gitmeyeceğim birkaç gün.

Banklarda yatarım denize karşı.

Veya yürürüm geceleri gündüze çevirerek.

Kahır mektubu yazarım Zeki Müren’in anısı önünde saygı ile eğilerek.

Neşet Ertaş’ın “Ah yalan dünya”sını mırıldanırım kendi kendimle.

Dostuma inat.

Kaprisse kapris işte.

 

Dostumun macerasını meslektaşım Meryem Akgün’e anlattım telefonda.

Dinledi dinledi dinledi.

Sessizliğini bozmayınca “Sen tanıyorsun benim dostumu” dedim.

Merakına yenik düşüp sordu:

“Kim senin dostun?”

Sürdürdüm muhabbeti.

“Tanırsın tanırsın.”

Merakını iyice artıran soru yanıt bölümünde finali şöyle yaptım:

-Meryem sahiden bilmiyor musun?

-Söyledin ki bileyin. Anlat hele kim senin dostun?

-Dostum var ya, benim köpeğimin adı Meryem.

Dumura uğradığını hissettim ahizenin öteki ucunda.

En sonunda söyledi söyleyeceğini:

-Ya senden de böyle bir cevap beklenirdi, düşünmeliydim.

 

Durum böyle sevgili dostlar.

Benim dostum ile maceralarım bitmez.

Çünkü bu dost benim dostum.

Can gibi dostum.

Nankör değil.

Vefasızlık yapmaz.

Dedikodu ve iftiralara başvurmaz.

Aile terbiyesi vardır.

Hatta çok da utanır.

Herkesin benim dostum gibi dostu olmasını dilerim.

Ama siz siz olun benim gibi yapmayın, dostunuzla denize girerken mayo giydirin.