Eşsiz ve Sonsuz Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bizleri bedensel olarak terk ettiği günün yıldönümündeyiz..
Yüreklerimizde dinleyen bir sızı olarak kalsa da Atamızın anıları, O’nun ilke ve devrimlerine olan bağlılığımız hiç eksilmedi ve her gün, ay, yıl artarak büyüdü büyüdü büyüyor.
Büyüyecek de!
O’na her türlü hakareti yapan Cumhuriyet düşmanları ile O’nun adını sömürme alışkanlığını sürdürenlere rağmen, bu sevgi ve bağlılık bitmeyecek.
Bitmiyor, bitiremiyorlar işte!
Dünyada kaç lider vardır, sonsuzluğa uzanmasının üzerinden 86 yılgeçmesine rağmen, yüreklerde sımsıcak yaşayan.
Var mı?
Bir tek biz de var.
Biz de, yani Türkiye Cumhuriyeti’nde.
Adı da; Gazi Mustafa Kemal.
Milyonlar, her zaman ve her anma töreninde O’nun anıtı başına gidip, “Bizi düşman işgalinden kurtardın Paşam. Bizi özgür yaptın. Bizi kişilerin kulu olmaktan çıkarıp, birey yaptın. Bize çağdaşlığı hedef gösterdin. Bize dünya uluslarına karşı başı dik yaptın” diyor ve demeyi artırarak sürdürüyorsa, bu anlatılmaz sevgiyi anlamak ve tarif etmek hiç öyle kolay değil.
İşte yıl 2024 ve yine Atamızın anısı önünde saygı ile eğiliyor ve O’na bağlılık yeminini ediyoruz ulusça.
Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti.
Yaşasın Ay yıldızlı bayrağımız.
Yaşasın Mustafa Kemal Atatürk.
**
Bugün sözde Atatürkçüleri özellikle tanımanız açısından 18 yıl önce aramızdan ayrılan Bülent Ecevit’in Atatürk’ü nasıl gördüğünü anlatan ifadelerini paylaşmak istiyorum sizlere.
Bülent Bey bakın nasıl tarif etmiş gardrop Atatürkçüleri.
Ne kadar farklı.
Ne kadar da gerçek!
**
ECEVİT GÖZÜYLE ATATÜRK
Bülent Ecevit’in yazdığı “Atatürk ve Devrimcilik” kitabı 1970’de yayımlanıp kitapseverlerle buluşmuş.Ecevit’in Atatürkçülüğe çok farklı bir pencereden baktığını gözlemleyebiliyoruz bu kitabında.
Eşsiz Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü 10 Kasım 2012’deki ölüm yıldönümünde bir kez daha anıyoruz saygıyla, özlemle ve devrimlerine sıkı sıkı bağlı kaldığımızı/kalacağımızı haykırarak. İşte Bu anma gününde, Ecevit’in kitabından aldığım iki yazısını ve çok önemli bulup “herkes okumalı” görüşümle sizlerle paylaşıyorum bugün.
İKİNCİ BASKI İÇİN ÖNSÖZÜ
1969 Kasımında Atatürk üzerinde yaptığım bir konuşmayı, CHP içindeki küçük bir kesim, ters yorumlarıyla bazı ağır eleştirilere konu yaptılar. Onun üzerine konuşmayı kitap haline getirdim ve 1970’de konunun tartışıldığı CHP Yirminci Kurultayına sundum.
1969daki konuşmamın belli bir amacı vardı. O sıralarda bazı “devrimci”ler, demokratik rejim içinde halka dayanarak, halk yararına hiçbir devrimci atılım yapılamayacağını ileri sürüyorlardı. O ortam içinde gençler de, ordu da ihtilale kışkırtılıyordu. Halka inanan, Atatürk’ün halka inancını yürekten paylaşan bir kimse olarak, bu kışkırtmalara karşı çıkmayı ödev saydım. Türkiye’de artık halka dayanmadan hiçbir şey yapılamayacağını, ama halkın gücüyle ve desteğiyle çok şey başarabileceğini anlatmaya çalıştım.
Demokraside kendileri için bir gelecek göremeyen bazı politikacılar çok kızdılar benim çabama.
Sonra ne oldu? Sonra korktuklarım oldu; demokrasi kazaya uğradı ve demokrasiye inanmayanlar, gençliği demokrasiden soğutmaya uğraşanları ve ihtilalciliğe kışkırtılanları zamanında uyandığım için bana kızanlar, sonradan kışkırtmacıların da, gençlerin de başına ‘balyoz’ gibi indiler.
Fakat bu ”şok”un bazı tedavi edici etkileri de olmadı değil. Demokrasinin değeri daha iyi anlaşılmaya başladı. Demokrasiden bunalanlar demokrasiyi özler oldular. Halksız hiçbir reform yapılamayacağı görüldü. Devrimci Atatürk’e bağlılık görüntüsünü kendi tutuculukları üstüne şal gibi örtmeye kalkışanların oyunları bozuldu.
Ona rağmen bu kitabın savunduğu temel düşünceyi ters yorumlamaya çalışanlar hala çıkıyor arada sırada.
Demokraside her düşünceye kapıların açık olduğunu, açık kapılara yüklenmemek gerektiğini söylemiştim. Öyledir gerçekten Her düşünceye, her akıma kapılar açıktır demokraside, açık olmalıdır. Ama o kapılardan girip iktidar olabilmenin ve düşüncelerini uygulayabilmenin bir kesin koşulu vardır: Halkın rızası!
Türk halkı ise, açık kapıdan girip iktidar olduktan sonra kapıyı içerden kilitleme niyeti besleyenleri kolaylıkla tanıyacak ve onlara o fırsatı vermeyecek kadar akıllıdır ve görgülüdür.
1973/ Bülent Ecevit
1.GİRİŞ
Son yıllarda Türkiye’de devrimcilik anlayışı yeni bir döneme girmiştir. Devrimcilik üzerinde yeni düşünceler oluşmakta, yeni yorumlar yapılmaktadır. Yeni devrim stratejileri geliştirilmektedir. Bu arada, Atatürk devrimciliği de, değişik aydın topluluklarınca, ayrı ayrı biçimlerde yorumlanmaktadır.
Atatürk’ün kurduğu devlette ve Atatürk’ün çizdiği yönde ve yeni devrimci atılımlar yaparken, Atatürk ve Atatürk devrimciliğini, yalnız Atatürk’ün kendi yaşamış olduğu dönemin koşullarına göre değil, yaşadığımız dönemin koşullarına ve sorunlarına göre de değerlendirmek zorundayız.
Böyle bir değerlendirme duygusal olmamalıdır. Böyle bir değerlendirme, Atatürk’ün tabulaştırma eğimine de dayanmamalıdır. Çünkü Atatürk’ü tabulaştırmak, Atatürkçülüğe en aykırı bir eğimdir. Atatürk kendisi, Türk toplumunu yüzyıllarca geride tutan tabulara karşı çıkmış; o tabuları, o yasakları yıkmış olan bir gerçek devrimci idi.
Atatürk, duygusal değil, akılcı bir devrimci idi. Onun için, duygusallığa da kaçmadan, Atatürk’e ne kadar inanırsak inanalım, onu bir tabu saymadan; Atatürk devrimciliğinin, bugünkü koşullar içinde nasıl olması, nasıl uygulanması gerektiğini araştırma zamanı gelmiştir artık.