Savurulmak zamana.

Savrulmak anılara.

Savrulmak rüzgar ve rüya gibi geçen yıllara.

Savrulmak.

Daha dün hepimiz okullara gidiyorduk.

Daha dün hepimiz ne zaman ve kiminle yaşamımızı birleştirip çocuklarımızın hayallerini kuruyorduk.

Daha dün….!

Daha dün de neler var neler!

**

Şarkılar alıp götürür kimi dönemlerde.

Her söz mızrak gibi saplanır geçmişe.

Ah ah ah o yıllar!

Sadece “ah!” olarak kalmış ve kalacak olmasını kabullenemesek bile gelir oturur insanın yüreğine.

Hani bir şarkı var “kalbe söz geçmiyor efendim” diye.

**

Cenazelerde görürüz geçmişimizi.

Unuttuğumuz unutmadığımız nice dost ve arkadaş ile selamlaşır ve “nerelerdesin ya” sözleriyle özlem/özlemler gideririz.

Tak gelir oturur aklımıza anılar.

Hey gidi gidi gidi gitmesini arzuladığımız o yıllar.

Yoktur.

Yoktur da; akıl işte gelir.

**

Kandilli’de Esat Şahin Çubuk’u, Necmettin Akay’ı, Muhittin Gür’ü nasıl unutayım?

Ya Hasan Beşel’i?

Hele hele Behzat Atalar’ı?

Şehit madencileri.

Mümkün mü unutmak?

Asla!

**

Ereğli’ye düştüğümde, elbette önce Turan Kayalı gelir anılarımın zirvesine. Oğlu Koray, İlhan Yapıcı, Birol Karadeniz, Halit Uysal, Zeynep Dündar,  Ali Suat Eser, Ertuğrul Oğuz, Şadan Sönmez’i hatırlarım daha dün gibi.

Sımsıcak!

**

Gamzedeyim devam bulmam!

**

Her şey hikaye.

Boş!

Salise kadar yakın son veda.

Tık gittin!

O halde bu kavga niye?

Kime?

**

“Gönülden gördüğüm takvime göre
Aldığım her nefes bir gün sayılır”