Prof. Dr. İsmail Hakkı Ünal’ı tanıyor musunuz?.
Tahminim odur ki, çoğunluğunuz bilmiyor.
Evet ben de bilmiyorum.
Beynimi kurcalayıp beni rahat bırakmayan konuya yanıt bulabilmek için arama motorlarından Google’ye tıklayıp aradığımı yazdığımda çıktı bu isim karşıma.
Aslında ben Diyanet İşleri Başkanlığını arıyordum.
Diyanet’e bir görüşümü ‘öneri’ olarak sunacak ve olup olmayacağını öğrenecektim.
Diyanetin kendi sitesinden iletişim sağlayamamanın beceriksizliği ile araştırmamı sürdürürken gördüm Prof. Dr. İsmail Hakkı Ünal’ın adını.
Hoca ile ilgili olarak “İlahiyat Fakültesi Dekanlığı yanı sıra 2001 yılında başlayan Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Üyeliği görevini de sürdürmektedir” yazılıydı tanıtımında.
‘Hah işte buldum’ diye sevindim ve e-posta adresini de hemen kayıt ettim.
Ve yazdım görüşlerimi.
İletiyi ‘gönder’ butonuna basarak e-postaya verdiğimde umut ettim ki bir gün bir ses gelir.
Gelmedi o ses.
‘Bekledim de gelmedi’ şarkısı dilime pelesenk olduğu bu süreçte düşündüm.
Niye dönmedi?
Yoksa önerim hocaya boş bir öneri olarak geldi de yanıt vermeye mi tenezzül etmedi?
O moral bozukluğunu hep “Onca işi gücü var. Belki okuyamamıştır bile. Çünkü bu makamda olanların e-postalarını okuyanlar vardır. O okuyan asistanlar da değerli bulmamıştır” dedim durdum.
Elbette bu sözler ‘teselli ikramiyesi’nden başka bir şey değildi.
Aklımı kurcalayan konuyu paylaşabilmek için ve sağlıklı bilgi alabilmek için aradığımı buldum bulmasına.
Prof. Dr. İsmail Ünal’dan istediğim yanıtı alabilirdim.
Peki ben İsmail Hakkı Ünal hocaya ne diye ileti gönderdim?
Sanıyorum ki, sizlere çok ilginç ve şaşırtıcı gelecek bu iletinin içeriği.
Kızanınız olacak.
Gülümseyininiz olacak.
Şaşıranınız olacak.
Kimine çok tuhaf geleni olacak.
Belki de ’10 numara’ diyeniniz de olacak.
Olacak birşeyler…
Ancak; hiç kimse öküz altında boşuna buzağı aramasın.
Çünkü, düşünce samimi.
Maksatsız.
Ve belki de bir özlem.
Özünde de ‘neden olmasın?’ saklı.
Ah bir olsa.
Bir gerçekleşse.
Sonrasında da kim ne düşünecek bir öğrenme şansı bulabilsem.
Evet ne yazdım ben şimdi Sayın Prof. Dr. İsmail Hakkı Ünal’a:
İşte o ileti:
“bir öneri ve görüş
Tarih : 10 Mart 2014 Pazartesi 01:21
Kimden : [email protected]
Kime : [email protected]
Sayın Hocam:
Diyanet'in sayfasında iletişim sayfasında bir e-posta adresi bulamadığım için size yazmak istedim.
Önerim ve görüşümü sizinle paylaşmak istiyorum.
Sayın Hocam:
Bir gün ülkemdeki tüm camilerde tüm imamların minarelere çıkarak ezan okuduklarını hayal ediyorum.
Metalik bir ses ile okunan ezanların dışında bir gün ve bir vakit de olsa, en azından toplumun nostaljik duygularını yerine getirme anlamında Diyanet İşleri Başkanlığı böyle bir uygulama yapamaz mı?
Böyle bir an inanın bütün toplumu sokağa döker ve herkes gözlerini minarelere çevirerek imamların okuyacağı ezanı dinler.”
Konu ‘din’ olunca açıkçası insan çekiniyor.
Özgürce görüş ifade edebilmek çok zor bu ülkede.
Sivas’da tekbir getirerek insanları yakanların bulunduğu bir ülkede, bir profesöre çıkıp da “Hocam bir gün ve bir vakit ülkemizdeki camilerin tümünde birden aynı anda hem de ses düzensiz ve imamların minarelere çıkarak ezan okunmasını önerir misiniz?” demek o kadar kolay değil.
Ülkemizde her şeyden nem kapan ve konuları beyninin çarpıklığında çalkalayanların bulunduğunu unutmadan yazdım Prof. Dr. İsmail Hakkı Ünal’a..
İyi de yaptım.
Oh be rahatladım.
Ama… ama… ama…
Prof. Dr. İsmail Hakkı Ünal Hocam bu öneri/görüşümü dikkate alıp iletime yanıt vermedi.
Olsun.
Canı sağolsun.
Önemli olanı yaptım ben.
Yazdım.
Söyledim.
Paylaştım,
Paylaşırken gerçekleştiği takdirde ülkenin bir numaralı gündemi olacağını tahmin ettim..
İnanıyorum ki böyle bir görüş 1 kez olsun gerçekleştirilmiş olsa Türkiye’de müthiş bir nostalji yaşanır. Ses düzensiz ve minarede ezan okunacağında, bir çok vatandaş ellerinde fotoğraf makineleri camiler etrafına konuşlanır ve çekim yapar ezan okuyan imamları,
Minarede imam görmeyen bir kuşak var bu ülkede.
Minarenin etrafını dönerek ezan okuyan filmlerde de bile yok ki artık.
Bir kez olsun.
Bir kez…
İmamlar ülkemizde aynı anda minarelere çıksınlar mikrofonsuz şekilde ellerini de kulaklarının arkasına yapıştırarak ezan okusunlar.
Metalik sessiz.
Sade.
Duru.
Temiz…
Çok mu zor?
Çok mu yanlış?
Çok mu anlamsız?