NURİ ÖZTÜRK YAZDI
Bizim eve telefon 12 yılda bağlandı, ev ahalisinin en önemli görevi, müracaatı yenileme zamanını kaçırmamaktı, süre bitmeden müracaatın devamını sağlayacak harç parasını yatırmaktı dedi.
70’li yıllarda üniversite öğrencisiydim.
O dönemlerde büyük şehirlerde üniversite tahsili yapanların birinci önceliği, düzenli bir şekilde okula gidip eğitim görmek değildi. Onların ilk önceliği postu deldirmeden, okulu bitirinceye kadar hayatta kalabilmekti.
Çok acılı çok sancılı yıllardı.
O yıllarda vaktimin büyük bir bölümünü, bir yakınımın Beşiktaş’taki reklam ilan ofisinde geçiriyordum. Çok iyi çok net hatırlıyorum Hürriyet gazetesine basının amiral gemisi denilirdi. Gazetenin küçük ilanlar sayfaları vardı. Bu sayfalar gazetenin en çok para kazandığı sayfalardı.
Bu işten para kazananlar yalnızca gazeteler değildi, İstanbul’un çeşitli yerlerinde ilan toplayan reklam işleri yapan küçük işyerleri, bürolar vardı. Onların işi vatandaştan bu ilanları alıp gazetelerde yayınlatmaktı, bu ofisler gazetelerin ilan reklam bayileri gibi çalışırlardı. Onlarda ciddi paralar kazanırlardı.
Gazetelerin bu sayfaları her türlü alım, satım işine aracılık ederdi. Okurlar alım satım ihtiyaçlarını bu sayfalardaki ilanlar üzerinden çözerlerdi.
Şimdinin Sahibinden’i, hepsi oradaydı ’sı veya buradaydı’sının benzerleri gibi.
İstanbul’da telefonlar henüz beş rakamlıydı, daha sonralarda altı rakama yedi rakama çıkacaktı ama alan kodu diye bir şey kimsenin ne aklında nede hayalinde vardı.
Her bölgenin telefon numaraları belliydi. 151 ile başlayan numaralar Beşiktaş İlçesi’nindi. En zorunlu ihtiyaç telefon olunca bunun alım satım işini yapan kişiler de bu ticaretten çok iyi para kazanıyorlardı.
Hatta bu işin en çok tanınan en çokta popüler olan kişisinin öyle muazzam paralar kazandığı söyleniyordu ki, zamanın çok güzel pop müzik şarkıcısı bir kadın ile evlenmesi de bayağı bir haber olmuştu.
O işler bitti diyeceğim de neler neler bitmedi ki.
Basında zaman zaman kaybolan meslekler diye haberler yapılır.
Dünyanın, ülkenin hal ve gidişindeki değişiklikler çok fazla zaman kaybetmeden o günde bugün de bizim kasabada etkisini hemen hissettirir.
Kaybolan meslekler deyince,
Eskilerde işin ehli kişiler tarafından el işi ayakkabı yapım işine yemenicilik denirmiş. Bilirsiniz kasabanın da Yemeniciler Çarşısı vardır. Orası sipariş ayakkabı yapanların, kundura tamir edenlerin çarşısıydı.
Sıra sıra dükkanlarda kimler kimler yoktu ki. Onlar artık yoklar, meslekleriyle birlikte her biri yok oldu kayboldu gitti. Kimisi doğal yaşamın gereği hakkın rahmetine kavuştu, kimisi yaşlandı işten güçten elini ayağını çekti.
Yemeniciler çarşısı, bol sohbetli, dükkândan dükkâna karşılıklı atışmalı kasabanın her daim şenlikli eğlenceli bir yeriydi.
Üç girişi çıkışı olan çarşıya Uzun çarşıdaki Gütte Paşanın dükkanının köşesinden girmek isterseniz, Cıvıkların Ahmet’in köfteci dükkanının yanındaki Balık Eyüplerden Kör Ali’nin ayakkabı tamir ettiği küçük dükkanına sırtınızı vererek girerdiniz.
Girişin hemen sağ tarafında Erkaralar’ın Oteline komşu küçük dükkânda yakın zamanda kaybettiğimiz Aktaş ’lı İsmet’in babası ayakkabı tamir ederdi.
Erkaralar’ın büyük babası Muharrem usta da zamanında yemenicilik yapmış, öncelerde yaptığı yemenicilik ve Han işletmeciliğinden sonra işi otel işletmeciliğine çevirmiş. Ama evlatları Hüseyin ve Ömür Ahmet baba meslekleri kunduracılığı uzun yıllar devam ettirdiler.
Çarşıda büyük numara ayakkabıları hem de çok sağlam çok güzel kunduraları karşı sıradaki dükkanında Celil Usta yapardı.
Söylemiştim çarşının üç giriş çıkışı vardır.
Hamam üstü camisinin karşısındaki girişin, sol yan sırasında rahmetli Mehmet ve Hikmet Tezel’in babalarının kundura tamiri yaptığı dükkân, karşısında Seydali’lerin üç çocuğunun birlikte kundura tamir ettikleri dükkanları vardı.
Saraç Ömer’in de Örenlerin Fikri’nin de Kaya Memet ’in de dükkânları buradaydı.
Çarşı esnafının ekseriyetinin bağımlılık derecesinde bazı hobileri vardı.
Esnafın çoğu dükkanlarında Çembercik Flurya ve Kanarya kuşu beslerdi. Dükkânın birinden bir kuş sesi duyuldu mu diğer dükkanlardaki kuşlarda ona eşlik etmeye başlarlardı ki sonrasındaki curcuna görülmeye değerdi.
İşte o anlarda en çok duyulan ses hay mübarek, hay maşallah gibi nazar değmesin anlamındaki övücü temenni dilekleri olurdu.
Kuş besleyenler çoğunluktaydı ama dükkanında tavuk besleyen de vardı dövüş horozu besleyen de vardı.
Çarşı meydanının geniş bir kısmının üzeri çarşı kahvesinin kapı girişinde kökü olan, asmanın dalları ve yapraklarıyla kaplıydı.
Sokakta dövüştürülen horozların en sadık en heyecanlı seyircileri de bu kahvenin önünde oturarak vakit geçiren yaşlılar olurdu.
Yine bu çarşının Bakırcılar Çarşısı tarafından girişinin sağ köşesinde şimdilerde yok olan işlerden diyebileceğimiz işi yalnızca gazete satmak olan, daha sonralarda kitap kırtasiye işlerinin de yapıldığı kasabanın da iki gazete bayisinden biri olan Gazeteci Bayramın dükkânı vardı.
Artık gazeteler marketlerde satılmaya çalışılıyor gibi yapılsa da satılmıyor, çünkü gazeteyi ele alıp okuma alışkanlığı bitti gitti.
Bu girişin karşısında kap kacak kalaylayan A benim sömsöm yârim türküsünün söz yazarı bestecisi Kalaycı Memet ’in babasının kalaycı dükkânı vardı. Kalaycılık işi çoktan kaybolan meslekler sıralamasının en üst sıralarında yerini aldı.
Süpürge otundan süpürge yapıp satarak, evini geçindiren esnaf vardı. Süpürgeci Memet’i hatırlayanlar olacaktır. Dükkânı, Uzun Çarşıda Cerrahoğlu Tufan’ın konfeksiyon işi yaptığı dükkânın alt tarafındaydı.
Yemeniciler çarşısı özel ve kendine has bir yerdi. Çarşının oteli berberi lokantası kahvehanesi hepsi tastamam vardı ama esas simgesi orta yerdeki dökme demirden yapılmış herkese de bol bol yetecek suyu olan tulumbasıydı.
O yıllarda hazır giyim kuşam konfeksiyon pek bilinmeyen, bilinse de çoğu insan için ulaşılması kolay olan bir şey değildi.
Kasabada hazır giyim mağazası da yok denecek kadar azdı, Giyim kuşam itibar göstergesi olmadığı gibi statü belirleyen bir şey olarakta kabul edilmezdi. Çünkü hemen hemen herkes birbirine eşit şartlarda yaşardı.
Lakin kasabalının nezdinde küçüğünden büyüğüne kadar herkesin kendine özen gösterdiği bazı özel günler vardı.
Başta dini ve milli bayramlar olmak üzere bazı özel günlerin öncelerinde özellikle kasabanın terzileri en yoğun zamanlarını yaşarlardı. İş yoğunluğundan evlerinin yolunu unuturlardı. Sabahlara kadar çalışmak zorunda kalırlardı.
Kasabanın çok önemli çok değerli zanaatkâr, işinin erbabı Kundura Tamircileri kadar Terzileri de vardı.
İlk akla gelenler Cöbek pasajının yanından Caferoğlularının otelinin önünden bulvara çıkılan köşedeki Berber Nuri’nin yanındaki Terzi İbrahim (İbrahim Dikeç) Uzun Çarşı da Terzi Hacı (Tacettin Çam), hamam üstündeki iki katlı önü balkonlu sıra dükkanlardaki (artık orada o işyerleri yok) Kestaneci Köyünden Terzi Ziya.
Çarşı içerisinde iki tane Terzi Şeref vardı. Biri Kaneri Ağzındaki terzi Şeref (Şerafettin Yoldaş) diğeri ise Manav Ecvet’in dükkanının karşısındaki terzi Şeref (Şeref Yazıcı). Her ikisinin de ortak özellikleri iyi birer terzi olmalarının yanında ikisinin de Alaplı ’lı olmasıydı.
Kenan Pestilcinin dükkân vitrininin karşısında kendi dükkanında terzilik yapan Terzi Rıza (Rıza Sezgin) vardı. İskele camisinin karşısında Müftüoğlu kardeşlerin küçüğü Tuncer Müftüoğlu’nun terzi dükkânı vardı. Yine Aktop kardeşlerin büyüğü Halit Aktop’ta kasabanın iyi terzilerindendi. Halit Aktop sonralarda serbest çalışmayı bıraktı SSK hastanesinin kadrolu terzisi oldu, oradan da emekli oldu.
Ülke sanayisinin ticaretinin kumanda odaları da kaptan köşkleri de İstanbul da konuşlanmışlardır. Ülkenin ticaretine oralardan yön verilir.
Moda’nın da giyim kuşamın da merkezi tereddütsüz buradadır.
Kadın modası diye özelleştirmeye çalıştığımız zaman, bu işin öncülüğünü yapanlardan ilk akla Terzi Mualla, Faize Sevim, Rafia Övüç gibi isimler gelir.
Onlar önce terziydiler sonra modaevi sahibi adını aldılar.
Daha sonralarda kişiye özel sipariş anlamına gelen, pek çok kişinin telaffuz etmekte zorlandığı ama havalı olsun diye olmalı ki kendilerine Haute Coutura giyimciler, modacılar ismini yakıştırdılar.
Çalışmalarıyla, bol dedikodulu sosyete haberleriyle, defileleriyle, özel dergileriyle adeta ülkenin kadın modasını yıllar yılı kendi eksenleri etrafında döndürüp durdular.
Şimdilere nazaran o zamanlarda ülkede de kasabada da dini ve milli bayramlara, özel günlere çok daha fazla önem verildiğini söylemiştim.
Kasabada her zaman Mülki ve Askerî erkan olmuştur.
Ayrıca Banka Müdürleri, Öğretmenler daha sonralarda fabrikanın kuruluş dönemlerinde sonrasında geçici de olsa kasabada bulunan yöneticiler velhasıl tüm kasabalı böyle özel günlerin önemine binaen hem kendilerine hem de topluma karşı kendilerini sorumlu hissettiklerinden göz önünde olduklarından özellikle de giyim kuşamlarına azami önem ve özen gösterirlerdi.
Giyim kuşam deyince, özel günler deyince elbette kasabanın bu etkin ve yetkin kişilerinin eşlerinin bir adım daha öne çıkması çok normal olmalıydı, öyle de olurdu.
O günkü koşullarda, böyle özel günlerde bu hanımefendilerin modasına da uygun giyim kuşam ihtiyaçlarına kasabada çözüm bulabilecekleri belki birkaç adres varmıştır ama bu işe net ve tartışmasız çare olabilecek hepsinin üzerinde ayrıcalıklı rafine özel bir kişi daha vardı.
Öncelerde Orta Camiden Akarca Mahallesinin girişine ve Akarca Camisine yakın bahçeli büyükçe ahşap evinde, daha sonra Çelikel camisinin yanındaki evinde kasabanın gerçek Haute Coutura giyimdeki tek ismiydi.
Kendilerine geçmişte önemli terzi, modaevi sahibi veya Haute Coutura giyimin öncüleri denilen kişilerden fazlası vardı eksiği yoktu.
Mesleğinin erbabıydı, işinde disiplinliydi, kendine güveninden olmalı ki yüksek sesle bile konuştuğuna kimse şahit olmamıştır.
Cevriye Hanım (Cevriye Pestilci) kasabanın kıymetli bir evladıydı. Kadın hazır giyimi deyince kasabada hala ilk akla gelen saygıyla sevgiyle anılan önemli bir değeridir.
Kasabanın yalnızca Yemeniciler Çarşısından veya orasından burasından kimler geldi kimler geçti diyerek lafı kaybolan mesleklere kadar getirerek söze girmiştim ama.
Nedeni bilinmez bir şekilde!
Kundura tamircileri, Terziler şimdilerde dükkanlarını kapatmaktan vaz geçip, fazla mesai bile yapmaya başlamışlar! İşlerini yetiştiremez, taleplere cevap veremez hale gelmişler, çalıştıracak elemen bulamamaktan şikâyet ediyorlarmış.
Gerçi eskilerdeki gibi yeni takım elbise, pantolon, gömlek siparişi veren olmuyormuş ama eskileri yenilemek tamir ettirmek isteyenlerin yoğunluğundan müşterilerine randevu vererek çalışma noktasına kadar gelmişler.
Hani bazıları tarih tekerrürden ibarettir tezini savunur, buna karşılık bazıları da geçmişten ders alınsa tarih tekerrür eder mi diye karşılık verir ya.
Her iki söylemin de doğru ve haklı tarafları olabilir.
Önemli olan meseleye ne taraftan baktığımızdır.
Ama daha da önemlisi, en önemlisi bizim ne taraftan bakmamız gerektiği algılarına kurgularına karşılık, bizim ne yaptığımız olmalıdır.
Nuri ÖZTÜRK /Sapanca