Bir zamanlar Erdemir’in başında öyle bir genel müdür vardı ki; çevresini saran dalkavuk takımının ispiyonlarına da teslim olunca çok çabuk gaza saza geliverirdi.
Kim nerede ne konuşmuş?
Kim kiminle nerede buluşmuş?
Kim kimin için ne demiş?
Kendisi için konuşanların amacı neymiş?
Mişmişmiş…
Biter mi mişmişler?
Hele ki, bu sistemden beslenen yağcı takımı böyle bir hazine bulup da kucağa düşürmüş bir vaziyette iken!
Çevir babam çevir.
O’nu ispiyon et.
Şunu gazla.
Öteki çoktan fazla.
Şinanay yavrum şinanay!
Erdemir o genel müdüre de kaldı da, bu arada bukalemunlardan epey iş bitirenler oldu.
Müdür gitti dalkavuklar “padişah öldü yaşasın yeni padişah” dedi.
Bu masal da hep böyle devam etti.
**
Genel Müdür veya bir başkası.
Yani elindeki emanet gücün büyüklüğünde sarhoş olanlar hep padişah olmuştur.
Bu “padişah” vurgulaması son dönemlerde “diktatör” diye öne çıktı.
Ya da “faşist” denildi.
Sonun da hepsinin çıktığı kapı aynı.
Baskıcı.
Zorba.
Saldırgan.
Tehditçi.
Alaycı.
Kavgacı.
Toplumsal barışı bozan.
Kısacası psikolojik rahatsız…
Yani, akıl sağlığı bozuk!
**
Kamunun veya vatandaşın verdiği yetkiyi kişisel hırs ve kini için kullananların sayısı arttıkça toplumda gerilim de tetikleniyor.
Çünkü…
Örnek kötü.
Fotoğraftaki psikopat, hoşgörüsüz, panik, sorumsuz olunca maceraya sürüklenen toplum oluyor.
Toplumun vekâletini sağduyu içinde taşıması gerekenlerin, ayarsızlığının bedelini ödeyen toplum, bu süreçten kurtulma mücadelesinde kimi zaman yenik düşebiliyor.
Oy denilen sistem her zaman doğruyu göstermiyor ki.
Toplum yapısı çok değişik faktörlerden etkilenebiliyor.
Aynen Franco’nun üç F’si gibi.
**
Erdemir’deki o dönem Ereğli’de kara sayfalı bir tarihtir.
Can yakmıştır.
Üzmüştür.
Gerilimin adresi olmuştur.
Ama geneldeki bu kanıya rağmen, bu seviyedekiler için söylenen “çanak yalayıcılar” sayısında da patlama yaratmıştır.
Hele ki basın açısından tam içler acısı bir dönemdir o yıllar.
Belgeli haberlerimiz ile Erdemir’in çıkarlarını koruyan yayın politikamızı çürütmek için güç sahiplerinin çevresinde konuşlanmaya alışkın tetikçiler “padişah sofralarında” ağırlanıp, etikmiş, ilkeymiş, iletişim özgürlüğüymüş falan filanı hep ezip geçtiler.
Sonuç?
Padişahlar gitti.
Bugün de dünden farklı olmayacak.
Padişahlar veya bir başka deyimle diktatörler gi-de-cek.
Ama öyle ama böyle.
Martta veya marttan sonra.
Nasıl ki mahkeme kadıya mülk değil ise…
“Hiçbir kimse, hizmet için bulunduğu kamuya ait bir makam ya da mevkide ömrünün sonuna kadar kalamaz. Ayrıca o yeri kendi malı ve mülküymüş gibi de kullanamaz. Gün gelir, onu o yere getirenler onu oradan alır, yerine bir başkasını getirebilirler. Bu sebeple geçici de olsa devlete ait olan yerleri işgal edenler, o yerlerde yetkilerini yanlış yolda kullanmamalıdırlar.”