Atı alan Ankara’ya gitmiş ve rozetini bile takmış da, derdi geride kalan “yandan Halilemcilere kalmış.”

Dert!

Muhabbet!

Şikayet!

İhtiras!

Umut!

Beklenti!

Teselli!

Hastalık!

Stres!

Şizofrenik!

Dinazorluk!

Türlü türlü…

Patlıcanı da var, kabağı da, fasulyesi de…

Olmayanı yok içinde.

Tam yandan yandan.

 

Oysa…

Kırmızı kurdela kesilmiş çoktan.

Asılmış da, cümle alem görsün diye.

Yani bitti.

Sonra bu neyin davası?

Yok artık yok.

Dört sene yok.

 

Ama…

Hastalık dedik ya, bırakmıyor.

İlla ki iki laf lazım.

Bahanesi de yanında bedava.

Magnum serinlemesi gibi de olabilir.

Şöyle-böyle…

 

Herkes biliyor.

Bilmeyeni yok.

Hani bir söz var; şu cahillik ne keyif bir şey, her şeyi biliyor diye.

Biliyorlar.

Akşama kadar gacır gucur.

Ona salla, buna salla.

Oh!

Sallaya sallaya kalmayınca, kime sallanacak ki?

 

Oysa…

Suçlu orada.

Oranın tam kendisinde.

Bir tek hareket yeter bulmak için de.

Olmuyor.

Bakılmıyor.

Bakılmayınca da, toz tutuyor.

Ayna tabi ki.

Aynada saklı herşey.

O gerçeği söyler.

Ne görürse o!

Ötesi yok ki…

 

Ayna ayna doğruyu söyle ayna.

Sen doğrucusun.

Doğruların sır değil.

Gerçek!..

 

Bir söz daha söyleyeyim mi:

Pardon ‘ben’ değil ataların sözü.

O ata Afrika’dan ses vermiş.

Ve demiş ki:

“Aslanlar kendi hikayelerini yazmadıkça, avcıların hikayelerini dinlemek zorundayız.”

 

Sallamak ile teselliden öteye yol yok.

Bir gün aslanlar da konuşur.

Konuşuncaya kadar yalancı ve yağcı avcıların gürültüsünü katlanılacak mecburen.

Çok çekiyoruz çok!

Tümümüz.

Zübük’ü bile gölgede bırakacak halk asalaklarından…