Komşumuz Bolu’da 3. Kez belediye başkanlığı koltuğuna oturan AKP'li Alaaddin Yılmaz seçim öncesinden bu yana kendisine muhalif yerel gazeteler ile uğraşıyor.
Uğraşında öyle de öfke var ki, bu öfkesi
krize dönüşüp son aşamaya geçerek “kapatma” noktasına kadar taşmış.
Vay !
Bir belediye başkanı düşünün ki, muhalif gazetelere savaş açacak ve onları kapatmak için elindeki tüm kamu gücünü kullanacak.
Oluyor işte.
Kötü örnek o kadar çok ki!
Sözüm ona demokrasiyi ağızlarından hiç düşürmeyenler giriyorlar ya o çıkmaz yola.
Bastır Alaattin Yılmaz!
Bastır…
Ve sonra aynanın karşısına geçerek “ben kendime demokrat süsü veriyorum ama bu gerçek mi? Ben demokrat mıyım?” diye de sor.
Sonra da, tüm demokrat olabilme erdemlerini yan yana getirerek önemli bu soruya vicdanını özgür bırakarak yanıt ver?
Ne görüyorsun sayın başkan?
Demokratın D’si var mı?
Sahip misin demokrat olabilme ilkelerine?
Bu madalyonun elinde tuttuğu geçici kamu gücünü anti-demokrat biçimde kullananların bir yüzü.
Ya diğer yüzü?
Orada ne var?
Düzgün mü?
Etik mi?
Saygın mı?
TGC’nin “Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumlulukları Bildirgesi”ne uygun mu?
Bakın bugün Türkiye’de “medya terörü var mıdır?” diye ortaya karışık bir soru atsak, “yoktur” diyebilir mi kimse?
Medya o sorumluluk çizgisi olan “kamu gücünü” mü yerine getiriyor diye de ayrıca sorsak, bu soruya da kimsenin “evet” diyebileceğini tahmin edebilir miyiz?
Elbette hayır!
Elbette sıkıntı var.
Medya ayardan çıkmış ve her türlü kirli işler için kullanılan bir silah haline dönüşmüş ise –ki çoğunlukla öyle- iğneyi kendimize batırmamızın sırası çoktan geldi, geçti ve gidiyor bile.
Gelmesine geldi de, hatta bu konuda en çok medyadan ses çıkıp “nereye gidiyoruz?” sorusuna düzenlenen onca toplantıda bilimsel bir çözüm arayışı devam etse de, çözüm noktasında çifte standart uygulamalar hiç sınır tanımıyor.
İşte Bolu’da yaşanan da bu.
Elbette belediye işyeri açma ruhsatını soracak ve hatta tabela ve çtv vergisinin de peşine düşecek. Bu yasal denetimini eksiksiz de yerine getirmek zorunda. Ancak bu sorumluluğunu “muhalif basına baskı ve susturma” noktasında kullanmaya kalktığında iş antidemokratik oluyor.
Açıkça soralım ve yanıtını da birlikte verelim:
“Bolu’nun Belediye Başkanı Alaattin Yılmaz, büroları kapatılmak istenen gazeteler muhalif olmasa zabıtaları gönderir mi?”
Kimse buna evet diyemez/demez!
Alaattin Yılmaz işte bu noktada taşıdığı sorumlulukla terse düşmekte ve muhalif basını susturan diktatör belediye başkanı yaftasına kendine yapıştırmaktadır.
Bu durum “yandaşa evet, muhalife hayır!” anlayışıdır ki, doğru değildir.
Olayın kişisel baskı boyutundan çıkıp özüne indiğimizde, kayıt dışı istihdamla mücadele konusunda da sorumlulukları bulunan valiler, kaymakamlar başta olmak üzere ülkemizde büyük bir ihmal söz konusudur.
Şöyle ki, vali, kaymakam, belediye başkanı, emniyet müdürü, vergi dairesi ve hatta SSK yetkilileri basın ile muhatap olduklarında “Siz hangi yayın organındasınız, sigortanız var mı, işyerinizin yasal ruhsatları alındı mı?” demez.
Oysa karşısındaki sigortasız vekayıt dışı çalışan biri olabilir. Belki de temsil ettiğini söylediği yayın organının bürosu bile kağıt üstünde vardır. Yazıişleri müdürü bile yoktur ki, çoğunlukla sahibi ve yazı işleri müdürü aynı kişidir bu da tuhaf ve yanlıştır.
Bir tek SSK’lısı da bulunmaz Anadolu’daki çakma yayın organlarının
Diğer vergiler ve sorumlukları ise hak getire.
Yok böyle bir şey…
Vali başta olmak üzere sorumlulukları bulunan kamu görevlileri kayıt dışı ile mücadelede “basın diye” görmezden gelir ise yerel basın tek kişilik yayın organları iistila edilir. Ki, bunun sonucunda ortaya çıkan haksız rekabet, işini ciddi yapan yayın organlarının belini büker durur.
Sonuçta; yerel basın ihmaller zinciri nedeniyle kıskanç altında inlerken, konu bir bütün olarak ele alınmayıp bir iki muhalif yayın organını susturmak için kullanılırsa bunun adı baskıdır, sindirmedir, korkutmadır, susturmaktır.
Ülkemizin dört bir yanındaki sıkıntı ortaktır. Günümüzde büyük oranda yerel medyada yasa dışılık söz konusudur.
Birinci plandaki sorumlular savcılar, valiler, kaymakamlar, belediye başkanları, SSK müdürleri ve vergi müdürleridir.
Savcılığa verdiği kuruluş dilekçesindeki adresleri bile doğru olmayan, kağıt üstünde var olan ancak bir işletme olarak varlığı yasal zemine oturmayan yayın organlarına göz yumanlar, denetimlerini eşit bir biçimde yerine getirdiklerinde genel problem büyük oranda çözüme kavuşabilir.
Açıkça söylüyorum ki, Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü’nden alınan sarı basın kartları için gönderilen belgeler bile sağlam temellere dayanmaz. BYEGM “işyeri açma ruhsatlarınızı gönderin” diye bir istekte bulunsa ve bu belgelerin doğruluğunu araştırsa, son yıllarda peynir ekmek gibi dağıtılan basın kartlarının büyük çoğunluğu bile iptal olur.
Durum bu kadar karışıktır!
Kimsenin de “düzeltme-düzenleme” diye bir derdi yoktur ki, var olan yasal denetim hakları sadece muhalif basını susturma amaçlı kullanılır.
Bolu da olduğu gibi…