Vur…
Öyle vur ki, gık çıkamasın.
Ve gitsin.
Gitsin uzaklara.
O uzaklar da, vefa olsun.
Dostluk olsun.
Sevdalar şiir olup aksın.
Renkler coşsun.
Sevgililer salıncaklarda, bulutlarda, kır çiçeklerinin doğallığında, börtü böceğin koynunda, toprak ananın bayramlarında, ıslak gecelerin ateşinde, pıt pıt atan pembeli mavili yüreklerde çalgılar çaldırsın.
Çal kemancı.
Çal.
Sen de çal sazım.
Sen de çal klarnetim.
Hele ki udum.
Çal.
Çalın birlikte.
Şarkılar saygının derinliklerine aksın besleyerek.
Beslendikçe kök salıp büyüyerek.
Saygı dediğimiz ne ki?
Bilinip tanınır mı?
Paran var ise var,
Makamın var ise var,
Şöhretin var ise var,
Hele ki bir düş.
Bir düşmeye gör bakalım o saygı özde var mı?
Bulamazsın.
Çil yavrusu gibi dağılır yalancı şarkı ve şarkılar.
Şiirler biter.
Yaldızlar kararıp yıldızlar susar.
Kuşlar bile ötmez.
Gökkuşağının rengi siyaha boyanır.
Boşalan çevreden kaçanların rüzgarı sersemlettikçe yalan dünyanın sırça köşkü, temeller çürür, kokar, boğulur.
Hele ki bir düşmeye gör.
Düşte gör!..
Vurun beni de, ya sizi?
Sizi de vursunlar !
Kaçın gidin bu dünyadan.
Uzanın uzaklara.
Orada arayın vefayı, sadakati, saygıyı.
Orada yazın hayatınızı.
Arınmış bilincinizde dokunun kaleminize ve kelimeler cümlelere, cümleler de kitaplara yağmur olup aksın.
Fırçalarınızdan dökülenler dostluğu çizsin gökyüzünde gezinirken feriniz.
Sarı.
Turuncu.
Mavi.
Kırmızı.
Kırmızı kırmızı dolansın kuşların kanatları.
**
Mezarın başına gittiğimde boğuldum Osman Zeki Oral’ın.
Ereğlili ünlü ressamın mezar taşını kırık gördüğümde çoğaldı içimdeki öfkem.
Çevreye göz gezdirdiğimde tek kırık mezar taşı O. Zeki Oral’ındı.
“Neden?” diye sorguladım.
Bulamadım…
Bir baba veya ana dokuz çocuğuna bakıp büyütmüş de, o dokuz çocuk bir baba veya anasına bakamamış derler ya…
Hep böyledir.
Bakamaz dokuz çocuk anasına-babasına.
Hep diğeri baksın ister.
O. Zeki Oral’ın çocukları yok tamam da yeğenleri var.
Onlar yoklar.
Yok oldular.
Peki ya diğer çocukları nerede?
Yani biz?
Bu kentte yaşayan 100 bin kişi çocuk nerede?
Ki o 100 bin çocuk arasında kimler yok ki?
Ne kurumlar, ne zenginler, ne afilli mafilliler var.
Yönetenleri var.
Yöneten olmak isteyen var.
Yazan var.
Çizen var.
Adları sivil toplum kuruluşu diye geçenler de var.
Var olmasına var da; ortada kimse yok.
O. Zeki Oral’ın mezar taşının kırıldığı ve mezarın ilgisiz kaldığı da yazıldı Önder Gazetesi’nde.
Kıl kıpırdamadı.
Utanan bile olmadı.
Vurun beni vurun.
Mermilere boğun.
Kesip biçin.
Parçalayın.
Vursunlar bizi, sizi, hepimizi.
Biz gidelim buralardan.
Gidelim de kurtulalım.
Belki “vefa’nın ölmediği öldürülmediği bir köy buluruz.
İnanın adı çok büyük ama bu küçük köyden daha mutlu yaşarız.
Saygıyı yaşarız.
Nankörlüğü de yaşatmayarak bir ilkokul çocuğunun resim defterine çizdikleriyle başbaşa kalırız.
Bu da bize yeter!