Bülent Ecevit Üniversitesi’nin (BEÜ) hastanesinde de “İşte burası Türkiye” denilen haller oluyor.

Hem de ne haller.

Sosyal paylaşım sitesinde yakın bir arkadaşım yazmış olayı kısaca.

Diyor ki:

“Nasıl mutlu olmaz insan,15 aralık ta ultrason randevusu veren memura daha erken olmaz mı sorusunu yönelttim, hayır boşluk yok cevabı karşısın da ,peki ücretli yaptırsam kaç gün beklerim sorusuna ,vezneye ücreti yatır şu kapıda bekle birazdan çağırırlar cevabını aldım. Mutluyum mutlu, bu ülke de hala işler yürüyor.”

Satır satırına böyle.

Bastıracaksın ki, sıra beklemeyesin.

Paran yoksa 1 ay sonra gel.

Gel dediği yer neresi ki?

İki adım yer de değil.

Ya bu bir ay içinde hastalıkta geri dönülmez bir ilerleme kaydedilirse?

Eyvah !

 

Vatandaşın bu paylaşımının altına yazmış dostları:

-Ah sosyal devlet ah.

-Bi şekilde yürüyor evet. Allah şifa bekleyen herkesin derdine derman olsun.

-Allah kimseyi darda. Bırakmasın. bütün hasta kardeşlerimize. Allah şifa versin.

-Her zamanki halleri hastanelerin canım Allah sabır versin.

-Artık yaşam çarkı böyle dönüyor herkes hayatından memnun kimsenin şikayeti yok.


**

Ya benim de başımdan geçmişti bu olay ve hiç farkına varmamıştım.

Hani Ereğli’de bir hastane açılmıştı ve adını da “Avrupa göz” koymuştu ya. Bu hastanenin çakma olduğunu ortaya çıkarmış ve o süreçte hastane adını “Akasya” yapmak zorunda kalmış ve ardından da tası  toprağı toplayıp çekip gitmek durumunda kalmıştı.

O süreç içinde gözlerim ile ilgili aldığım “sağlam” raporları sürecinde BEÜ’de çok iyi bir cihaz olduğunu söylemişlerdi.

Sabah erken saatte gidip randevu aldım ve sordum ki bize öğleden sonra sıra gelecek, hemen Ereğli’ye dönüp işlerimi tamamlayarak öğleden sonra tekrar gittiğimde, o gün yoğunluktan dolayı muayene olamayacağım ortaya çıkmış ve “paralı olursa sıra beklemezsin” bilgisini alınca da, 84 lirayı ödemiş ve muayene olabilmiştim. 

Zamanla yarışan bir iş sürecinde böyle bir zorunluluk içinde kalmama rağmen,  durumun ayıbını fark edememiştim.

Sıra bekliyorsun ama muayene olamıyorsun.

Ancak bastır bastır parayı hastaneye işlemler tık.

Hiç sıra mıra yok.

Doktor “gel yavrum neyin var bakim?” diyor.

Bakıyor.

Ben göz doktoruna gitmiştim, doktor bana bakarken de para görmüştür kesin.

Ama bu da O’nun suçu değil ki.

Sistem böyle efendim.

Vereceksin.

Veriyoruz zaten.

Nakit yok ise de telaşe etmeyin.

Kart var kart.

Cırt diyor geçiyor.

**

Bizim gençliğimizde dershane işleri yoktu buralarda.

Dershane için İstanbul’a gidilir ve genellikle de  Sirkeci’deki Emek Otel’de kalınırdı. Çünkü Emek Otel ve hemen yanındaki Eriş Otel Ereğlililerin buluşma adresiydi.

O dönem Murat Dershanesi ünlüydü ve bizim Kandillililer hep o  dershane ve otel arasında gidip gelerek üniversiteye hazırlanırlardı.

Bir gün, merhum Necmettin Akay ile İlyas Can’ın büyük oğlu Nihat Can, “parasız saadet olur”, “parasız saadet olmaz!” noktasında iddiaya giriyorlar.

Şimdi kanıt zamanı diyerek soluğu Taksim’de alınca, muhabbet ortamları derken Nihat’ta para bitiyor. Para Necmettin’de var.

Nihayetinde, “parasız saadet olmaz!” iddiayı kazanıyor.

Evet, parasız saadette, sağlıkta olmaz!

Olmadığını hep yaşadık, yaşıyoruz.

Koskoca üniversite bile adaletli olması gerekirken, parası olan ile olmayanı ikiye cart diye ayırıyorsa!

Söz bitmiş, tuz kokmuş ve insanlık çoktan ölmüştür.