Çok agresif başlık!
Sert!
Sertliği “Ulan” da!
Çok söylense de şık değil.
Hele ki bir yazının başlığında.
Gecenin bir yarısında İbrahim Sadri çıktı ise TRT’nin ekranına.
Alkıma geldi Rıza!
Rıza dediğim işte o!
Ah Ulan Rıza!
Yusuf Hayaloğlu’nun ünlü şiiri.
Hani buluşacaklardı da, meteliksiz kalmıştı ya orada!
Orası mı?
Muhabbette!
Çok naif bir şiirdir Hayaloğlu’nun bu şiiri.
Bir yerinde de şu geçer şiirin:
“..Saat sekizde gelecekti,
Bana birkaç milyon borç verecekti.
Yoksa o nemrut karısı kaçtı da
Onun peşinden mi gitti?...”
Gelmedi Rıza!
Belki de gelemedi!
Senin, benim, O’nun ve O’nların Rıza’sı kim?
Yok demeyin sakın!
Var !
Ne ‘Rıza’lar var?
Ve diğerleri…
Yaşamımızda söyleyemediklerimiz, konuşamadıklarımız o kadar çok ki!
Sır küpü iç dünyamız.
“Sus!” der ve bastırırız.
Basa basa basılırlar.
Baskılar bizim yaşam biçimimizdir çünkü.
Of!
Neler var neler!
Çoğunlukla da kendimize itiraf bile etmekten çekindiklerimiz/çekincelerimiz.
Gecenin bir yarısında dinliyorum Hayaloğlu’nu.
Diyor diyeceklerini.
O da gitti biliyorsunuz.
Ama söyledikleri kaldı yadigar.
Ders gibi.
Son sözü de şuydu:
“…Ah ulan Rıza... ben şimdi,
Bu koca deryada tek başıma ne halt ederim?
Senden ayrılacağımı sanma,
Bir kaç güne kalmaz, ben de gelirim! ..”
Rızalara selam.
Diğerlerine de !..