24 Kasım Öğretmenler Günü coşkusunun yaşandığı günün öğleden sonraki saatlerinde gelen bir haber yine can yaktı.
İlk haber kazaydı.
Sonra gelen ise ölüm oldu.
Plajlar mevkisinde meydana gelen kazada bir lise öğrencisi veda etti yaşama.
Kazayı yapan da lise öğrencisi.
16-17 yaşındaki çocuklarımızın başına gelenlerdi canımızı yakan.
Su gibi genç.
Hepimiz o yaşlardan geçtik.
Deli mi deliydik.
Söz dinlemez ve dünyanın sadece kendi eksenimizde döndüğü hayaline inanmış ve ateşliliğimizde sınır tanımıyorduk ki.
Adı üstünde “Deli” kanlı.
İşin içinde bir “delilik” var ise kontrol sistemi iflas ediyor.
Frenler ise hiç tutmuyor.
Öyle oldu yine.
Kontrolden çıkarılan araç daha yaşamın y’sini öğrenmemiş bir lise öğrencisini koparıverdi dalından.
O yok artık.
Ateş de ana-baba ocağına düştü.
Okuluna düştü.
Öğrenci arkadaşlarına düştü.
Yetmedi bu ateş ki, tüm ilçe halkının canı da yandı.
Acı hepimizin acısı.
Elbette “ağlarsa anam babam ağlar” sözünü de unutmuyoruz.
O’nun yatağı boş artık.
Yemek yediği sandalye de boş.
Okul çantası, defterleri, kitapları ve belki de hatıra defteri de yalnız bundan sonra.
Çünkü…
Trafik canavarına teslim oldu gençlik.
Bir yiğidi gönderdi toprağa…
Biz!
Hepimiz o kadar çok sorumluyuz ve sorumluluk taşıyoruz ki.
Denetim denen kavramı ya çok abartarak yerine getiriyoruz ya da hiç yapmayarak tamamen ihmal ediyoruz.
Aradaki kırmızı çizgiyi bir tutturabilsek de gençlerimizi koruyabilsek olası tehlikelerden.
Canlar yanmasa.
Ocaklara ateş düşmese.
Topraklar gençleri almasa…
Biliyorum hepimizin canı yanıyor.
Her olayda ve her kazada “tüh” diyoruz.
Ama…
Sonrasında unutup gidiyoruz o acıları.
Ta ki, yeni bir acıyla yüzyüze gelinceye kadar…