Cumhurbaşkanlığı seçimi bitti bitmesine de alınan sonucun toplumu ferahlatacağı yolunda en küçük bir umut ışığı bile görünmüyor. Parti başkanlarını köşke göndermeyi sağlayan AKP’de  yeni Tayyip Erdoğanlar boy göstermeye başladı. Medyayı dizayn etmeye uğraşıyorlar. Kalan üç buçuk muhalif gazete ve televizyonun da ümüğünü sıkmanın çarelerini arıyorlar. Köşe yazarlarını muhabirleri işten attırıyorlar. Elini veren kolunu alamaz diye bir sözü vardır büyüklerimizin. Holding patronlarının durumu daha da kötü. Kollarını da vermişler kelleyi kurtarmaya çalışıyorlar. İktidardakilerin de,  patronların da unuttuğu bir şey var. Ne tür baskı uygularsanız uygulayın  meslek heyecanını yitirmemiş, halka doğru bildiklerini anlatma adına uğraş veren namuslu gazeteciler hep olacaktır. Tirajı az küçük gazetelerde, sosyal medyada, haber portallarında, sosyalist basında yanlışlarınızın eleştirilmesinden kendinizi kurtaramayacaksınız. Tarih bize gösteriyor ki tek adamlı tek partili otoriter yönetimler  gazeteciliğin kökünü kazıyamadılar. Şimdilerde iktidar yandaş basın ağını genişletmeye, meslek örgütlerini, STK’leri  saflarına çekmeye uğraşıyor.İktidarın  en  ufak teklemesinde  o yandaş grupların 24 saatte nasıl daha güçlü olana yanaşacaklarını,nasıl da azılı birer muhalif olacaklarını düşünemiyor. Yeni Türkiye bu kafalarla kurulamaz. İnsan hak ve özgürlüklerini özümsemiş çağdaş demokrasi de. Yeni Türkiye’den kastettikleri yeni hükümetse eğer “yeni” sözcüğü salt lafta kalacaktır. Dolayısıyla gazeteciler üzerindeki baskı, iletişim kanallarını halka kapamak, hukukun üstünlüğünü pas geçmek, emeğin emekçinin değil sermayenin iktidarı olmak, ayrımcı politikalar gütmek, bireyin temel hak ve özgürlüklerini görmezden gelmek gibi alıştığımız icraatlar sürecektir. Bu tür yönetim biçimlerinin sonunu ise bize yine tarih sayfaları işaret ediyor. Çevirip bakmak yeter. Bu arada çuvaldızı  iktidara batırırken iğneyi de kendimize batıralım. Ülkenin ünlü halk filozoflarından biridir Sakallı Celal. Ülke üzerine pek çok durum saptaması vardır. Şöyle der üstat : “Bu ülkede ilgililer bilgisiz, bilgililer ilgisiz.” Haksız mı Sakallı Celal?

Siyasete bulaşmayı üstüne yazı yazmayı sevmiyorum. Bir yandan da yolda, vapurda, tramvayda yurttaş konuşmalarına tanık oluyorum. Yaşantısından mutlu olmayan, bunalımda, sürekli tartışan kavga eden bireyler. Bu dönemde sosyologlara çok iş düşüyor çok.
Yazıyı Alman Şair, Oyun ve Öykü Yazarı Wolfgang Borchert’in bir şiiri ile bitirmek istiyorum. Nazi Almanya’sının savaş karşıtlığı nedeniyle zindanlarda çürüttüğü, hastalığına rağmen cepheye sürdüğü değerli bir yazar. Onca yapıtını 26 yıllık bir ömre sığdırmış, Onun “fener, gece  ve yıldızlar “şiirini, Behçet Necatigil ustanın  çevirisinden  paylaşıyorum. Aydınlık günler sizlerle olsun.

     Ben ölünce,
     hiç değilse
     bir fener olsam;
     kapında dursam,
     soluk donuk geceyi
     aydınlığa boğsam
           
     veya limanda
     gemilerin uyuduğu zamanda,
     gülüşürken kızlar,
     uyumasam;
     dar kirli bir kanalda
     bir yalnıza göz kırpsam.
            
     Daracık bir sokağa
     assalar beni.
     tenekeden kırmızı bir fener
     bir meyhane önünde
     dalgın düşüncelerde
     tempo tutup şarkılara
     sallansam

     Ya da şöyle bir fener:
     gözleri büyümüş bir çocuğun yaktığı
     duyup da korkunca çevresinde yalnızlığı;
     dışarıda camlarda
     fırtınanın ıslığı,
     kabuslar ,görüntüler.cinler

     Evet ,hiç değilse
     ben ölünce
     bir fener olsam
     tek başıma geceleri,
     uykulardayken dünya,
     gökte ayla  senli benli
     sohbete dalsam