Bizim kuşaktan dostlarla sohbet ederken lise, askerlik anıları hiç eksik olmaz. Erkek egemen toplumda adeta alışılmış bir gelenek. Lise dönemimizde gerçekten nitelikli öğretmenlerimiz vardı. Şimdi gençlere acayip gelebilir ama bizler lisede felsefe, psikoloji, mantık, astronomi gibi dersler görürdük. Felsefe öğretmenimizden özellikle yalnız düşünce bazında değil, hayata dair de pek çok şey öğrenirdik. Zaman zaman ilginç öğütler verirdi. Belleğime yazardım birçoğunu. Bunlardan birini paylaşmak isterim. “Arkadaşınız, dostunuz, komşunuz eğer sizi sık sık sorgulamaya kalkarsa dikkat edin. ‘Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun? Seni göremedim neredeydin?’ türünden sorulara karşılık vermemeye çalışın. Öyle ya! Sizin nereden geldiğiniz, nereye gittiğiniz, neden evde olmadığınız türünden soruları soran iyi bir insan değildir. O tür insanlardan uzak durun. Belki ona söylemek istemediğiniz bir yere gidiyorsunuz. O zaman zorunlu olarak yalan söyleyeceksiniz. Yani sizin dost, arkadaş, komşu bildiğiniz insan sizi zorla yalana itecek.” Gençtik ama gerçekten öğretmenimizin söylediği bu durumlarla pek sık karşılaşıyorduk. Yalanın bulaşıcı bir tür hastalık olduğunu anlamamız içinse daha bir hayli olgunlaşmamız gerekiyordu. Sonra baktık toplumda bir yerlere gelebilmek için sanki yalan söylemek konusunda ustalaşmak gerekiyordu. Politikacılar yalan söylüyordu, siyasetçiler yalan söylüyordu, devlet başkanları yalan söylüyordu, büyük sermaye sahipleri, uluslararası şirketler yalan söylüyordu, medya yazılısıyla sözlüsüyle yalan söylüyordu. Gerçekler bir bir toprağa gömülüyordu.
Türkiye’nin geçmiş siyasi tarihi, yaşantım boyunca gözlemlediklerim, okuduğum tarih kitapları şöyle bir gözümün önünden geçti. Günümüze gelince, o denli karmaşık ve güç koşullarda yaşıyoruz ki toplumun içine sıkıştığı karanlık düzenden nasıl kurtulacağını düşünebilmek için bile çok ama çok zorlanıyoruz. Yine lise dönemlerimize dönünce günümüzle ölçüşen belki de tek ders tarih dersidir. Tarih dersinde masallar anlatılırdı. Övgü dolu kusursuz bir imparatorluktan söz edilirdi. Bugünlerde çocuklara ne okutuluyor bilmiyorum, belki de bilmek istemiyorum. Gördüğüm kadarıyla bireylere okutulmak istenen üç tarih var. Bunlardan biri resmi tarih kısaca devletin ön gördüğü tarih, ikincisi öteki tarih yani azınlık olaylarının odak alındığı tarih, üçüncüsü ise son 10 yılda ağırlık verilen yalanla temellendirilen tarih. Yalan ve inkar ne yazık ki artık tarih kitaplarına, medya söyleşilerine hatta TBMM kürsülerine kadar inmiş bulunuyor. Yalan ve inkar üzerine projeler üretiliyor, incelikli çalışmalar yapılıyor. Amaç Türkiye’nin siyasi kimliği ile yüzleşmesini önlemek. Başarılır mı? İzleyeceğiz ve hep beraber göreceğiz.
Melih Cevdet Anday ülkemizin yetiştirdiği entelektüel isimlerden biriydi. İyi bir şair, iyi bir oyun yazarı, bir düşün insanıydı. Bu yazıyı onun bir şiiri ile sonlamak istedim. “Nerden çıktı”
Güneş çıktı ay çıktı
Yeryüzüne bitki çıktı
Hayvan çıktı
İnsan çıktı
Bunca emekten sonra
İsim çıktı, fiil çıktı…
Ya bu yalan
Bu yalan nerden çıktı?