Öyle bir ülke ki hukuk, adalet yok. Hak aramak suç. İşsizlik diz boyu. Güvencesiz emek insanı çalıştırmak serbest. İktidarın projeleri sermayeyi daha çok güçlendirmeye, emeği giderek daha da güçsüz, etkisiz kılmaya yönelik. Böyle bir ortamda emekçilerin örgütlenebilmesini, sendikalaşabilmesini beklemek de elbette bir hayalden öteye geçmiyor. Covid-19 salgını yalnız ülkemde değil bütün dünyada da sermayeye fırsat sağlıyor. Dünyanın en zenginlerinin, haftalarla ölçülen zaman dilimlerinde milyarlarına milyarlar ekledikleri açıklanıyor. Varsıllar özel hastanelerde salgına karşı duruyorlar. Yoksullar nerede başlarını koyabilecek bir yer buluyorlarsa orada yatıyorlar ya da evlerinde ölüyorlar. Kapitalist sistemin, son aşamasında giderek zorbalaştığı ve hemen her ülkede tek adamlı, baskıcı sistemlere evirildiği açıkça ortada.
Biz geneli bir yana bırakıp yine kendi ülkemize dönelim. Ekonomik durum karanlık, ucu görünmüyor. Varsılla yoksul arasındaki makas günbegün açılıyor. Sosyal kriz özellikle kadınlar ve çocuklar üzerinde olumsuz etkisini her gün biraz daha artırıyor. Kadına şiddet ve kadın cinayetleri her türlü karşı duruşa rağmen eksilmiyor, aksine artıyor. Çocukların cinsel istismara uğradığı, kız çocuklarının çocukluklarını yaşayamadığı bir ortamda, zorla evlendirildikleri ülkemde bu yanlışı önlemesi beklenen makamlar tam tersine bir yaklaşım sergiliyorlar. Tecavüzlerde, kadın cinayetlerinde mahkemelerin hala tahrik sözcüğüne sığınmaları bizleri insanlığımızdan kuşkuya düşürüyor.
Çocuklar bir bakıma modern çağın köleleridir. Çok küçük yaşlarda emekçi olanlar okul yüzü görmeden hayata atılırlar. Büyük bir çoğunluğu da Kuran kurslarında beyinleri yıkanarak ezberci bir nesil olma yolunda, iktidar sahiplerine sorun yaratmayacak, kaderine razı bireyler haline sokulurlar. Ülkemde bilimin, sanatın, yazı ve çizinin, sporun bunca geri kalması, süregelen eğitim yanlışlarının günümüzde de devam etmesinden kaynaklanıyor. Prof. Dr. Erdal İnönü “300 yıllık gecikme” adlı eserinde, bir bilim insanı olarak, geri kalışımızı matbaanın batıdan Türkiye’ye ancak 300 yıl sonra ulaşmasına bağlar. Galiba o süreyi son yıllarda kapatacağına daha da açıyor Türkiye.
Sokaklarda en çok ufak yaşlarında çalıştırılan çocukların görüntüsü içimi burkuyor. Uluslararası anlaşmalara göre çocuk hakları açısından yasak olmasına rağmen bizim ülkemizde kaçak olarak çalıştırılan çocuklar hiç de azımsanmayacak bir sayıda. Ülkeye sığınmacıların gelişiyle sokaklara düşen korumasız pek çok çocuk görüyoruz. Kapitalizm, biliyoruz ki, kazancı her zaman insana tercih eden bir sistemdir. Ülkemizde de iktidarın ekonomiye dair yaptığı her düzenleme sermayeyi biraz daha ayakta tutmak, emeği, emekçiyi biraz daha ezmek içindir.
Bazen daha iyimser şeyler söylemek istiyorsunuz insanlara. Yazdıklarınızla olsun umut vermek, umudu güçlendirmek istiyorsunuz. Ama bazen de insanların öylesine vurdumduymaz hallerine tanık oluyor, kalemini öylesine kolay satıveren gazeteciler görüyorsunuz ki, artık sözün bittiği yerdeyiz deyip çıkıyorsunuz işin içinden.
Dünya yazınının en önemli isimlerinden biridir Fransız yazar ve şair Jaques Prevert. (1900-1977) Dilimize yetkin çevirmenlerin kazandırdığı hemen tüm şiirlerini defalarca okudum. Onun insan odaklı, savaş karşıtı, ince ironisi ve duyarlılığı ile bezenmiş şiirleri, yazıları ve senaryoları hep ilgimi çekmiştir. Yazımı Prevert’in “Sardalyeci Kadınların Türküsü” başlıklı şiiriyle sonlayacağım. Şiiri Türkçe söyleyen usta şair Can Yücel.
Dönün bakalım dönün
Ufacık kızlar
Dönün fabrikanın etrafında
Handiyse girersiniz siz de içeri
Dönün bakalım dönün
Balıkçı kızları
Balıkçı yetimleri
Beşiğinizin etrafına dizilen
Melekler vardı ya hani
Belli fabrika sahibinden para yedikleri
Tutup alın-yazınızı yazmışlar
Yazılacak birşey olsaydı bari
Siz yok yoksul yaşayacaksınız
Biçok da çocuğunuz olacak
Ama biçok çocuğunuz
Onlar da yok yoksul kalacak
Onların da biçok çocuğu olacak
Ama biçok çocuğu
Biçok çocuğu ama
Dönün bakalım, dönün
Ufacık kızlar.
Dönün fabrikanın etrafında
Handiyse girersiniz siz de içeri
Dönün bakalım dönün
Balıkçı kızları
Balıkçı yetimleri