Geçtiğimiz hafta sonu Karadeniz Ereğli’de Cumartesi pazarına gittim. Köylü pazarında yerli domates, biber ve patlıcana bakayım dedim.

Gazete merkezimizin tam karşısındaki pazarda karpuzcuya yanaştığımda müşteri toplamak için çığırtkanlık yapan 154-16 yaşındaki gence “Adana karpuzu yok mu?” diye sordum.

“Abi bir ay oldu Adana karpuzu biteli” dedi.

Adana karpuzunun dış rengi koyudur ve çizgisi de çoktur.

Tek renkli bu Adana karpuzunun keleği pek çıkmaz.

İçi de kıpkırmızı olup tadından da yenmez.

Neyse karpuzumuzu aldık ve sorgulamaya devam ettim “sen necisin?” diye.

“Karpuzcuyum.”

“Niye karpuzcuyum diyorsun ki, sen okula gitmiyor musun?”

“Gidiyorum ama karpuz satıyorum.”

Tezgahta 20 yaşlarında bir genç daha vardı.

O’na sordum “bu öğrenciyim demiyor, karpuzcuyum diyor.”

“Napsın.”

“Peki sen de mi karpuzcusun?”

“Ben üniversitede okuyorum. Karpuzculuğu da ekmek parası yapıyoruz.”

“Ama bu işte gelecek yok ki. Marketlerde istediğimizi alıyoruz artık. Karpuz markete gireli çok oldu. Kredi kartıyla tüm alışverişini yapıyor insan ve bu arada da gezerek eğlenceli vakit geçiriyorlar.”

“Öyle!.. Ama ne yapacağımızı biz de bilmiyoruz.”

Vedalaşıp yürüdüm köylü pazarının bulunduğu bölüme.

Bizim köylü çok kurnazdır.

Fiyat sorduğunda bile “iki lira deyalla emme sen 1.5 ve” diye ön yolunu yapar.

Kaş göz arasında malını satmayı bilen uyanık köylümüzün bazıları da ürettiği birkaç ürünün dışında Pazar malı da satar.

Pazar malı tezgahta belli.

Domates arıyorum bizim yerli malı.

İnce kabuklu ve mis kokulu olacak.

Ben köylü pazarında yerli domates ararken arkamdan “sen ne anlarsın domatesten?” diye keyifli bir ses duydum.

TSO’nun eski genel sekreterlerinden Alp Güleç ve eşi de alışverişe çıkmışlar.

Güldük karşılıklı.

Özlem giderirken, yerli ürünün tohumlarının gün gelip de kuyumcu terazisinde çok büyük fiyatlarla satılacağı görüşümüzü paylaştık.

Öyle ya.

Tohum işi karışık.

Yediğimiz besinlerin neresinden ne şekilde oynanıyor bilmiyoruz.

Kimbilir belki çocuklarımızın da şekli şemali veya karakteristik özellikleri değiştirilecek.

Bu büyük tehlikeden korunmanın yolu, tarım alanında yerli ürünlerimizin orijinal tohumlarını korumak ve kollamak.

Geleceğimiz yerli tohumlara bağlı.

Pazarda köylülerimiz ile bu konuda çok konuştuk.

“Çoluk çocuğuna bırakabileceğin en büyük miras domates, salatalık, patlıcan, biber, fasulye tohumlarıdır” dedim.

Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir.

Kırsal kesim bizim geleceğimiz.

Tabi ki anlayana ve bilene.

Ziraat Odaları para peşinde olduğu için böyle ciddi işlerle uğraşmaz.

Getir gübreyi, fidanı, tohumu sat gitsin.

İyi güzel de, gelen gübre ve tohumlar ve fidanlar nedir?

Bilen yok.

Ih-mıh!

Ziraat Odaları ve Tarım Müdürlüklerinin, kendi yöremizdeki tohumların çok uzun yıllar saklanması ve orijinal bir biçimde çoğaltılması yolunda önemli sorumlulukları olmalı.

Bilim diye bir kavram, bizi organik tarıma kendi tohumlarımızla yönlendirmeli.

Neyse yerli domates buldum ve aldım.

Gözünü seveyim.

Mis gibi mis.

Kabuğu incecik.

Lezzeti bir başka.

 

Cumartesi pazarını dolaşmanın keyfini yaşadım o gün.

Birkaç da tanıdık çıktı satıcılar arasında.

İki lafın belini kırdık.

Hal hatır sormanın keyfini de yaşadık birbirimize sarılarak.

Özümüz bizim bu.

Toprağımız