İlk göz göze gelmelerin, normal dışı kalp atışlarının hızlanmaya başladığı zamanlarda kasaba daha altmışlı yılların eşiğindeydi.

O zamana kadar sakin, dingin, telaşesiz yaşamı kabul etmişti.

Halinden hiçte şikayetçi olmayan ahalisiyle Karadeniz’in şirin bir sahil kasabaydı.

Gelmeler gitmeler samimi olmalar derken 1965 yılına kadar gelindi. Kasabanın ismini de aldı nikah kıyıldı.

Doymaz bir hali vardı. Toz toprak pislik duman dinlemiyordu, her yeri pisletiyor şımarıklaşıyor, yayıldıkça yayılıyordu.

Kolunu kasabanın beline dolamıştı, bırakmıyordu.

Hesapsız kitapsız ne yaptığını bilmez halde, onu da irileştiriyor şişiriyor obezleştiriyordu.

Kasaba, kasabalıktan çıkıyor çirkinleşiyor diyenlere, yıl on iki ay, maaşlar on sekiz ay diye cevaplar veriliyor, senin tatillerdeki, bayramlardaki mesai ücretlerinden haberin var mı? diye nanikler yapılıyordu.

Kazandıkça, kazandırdıkça gözünü daha çok karartıyordu, kendi havası yerindeydi ama kasabanın havasına suyuna denizine göz dikmişti.

Henüz atarı gideri pek bilmiyordu, uyumluydu.

O zamanlar hatır gönül biliyordu. Yanlış yapma, bencillik, hele hele ihanet aklının ucundan geçmezdi, geçirmesine de müsaade edilmeyeceğini öğrenmişti.

Bu topraklarda doğmuştu, bu topraklarda üretiyordu.

Kasabanın sonralarda ortaya çıkan sanal sahipleri ile birlikte büyüyordu, kendi büyüdükçe onları daha çok büyütüyordu!

Kasaba ile olan evliliği, her hanede olduğu gibi bazen kavgalı gürültülü, bazen de sarmaş dolaş haliyle, ama en fazla ilk dini bayrama kadar süren küskünlüklerle uzun yıllar devam etti.

.....................

Gelişmiş ülkelerde adına özelleştirme denilen uygulama, oralara hiç benzemez haliyle buralarda da esmeye başlayınca.

Kasabanın fabrikasının bu rüzgâra takılacağı konuşulmaya başlandı.

Nasıl ya, olur mu canım, bu kadar faydalısı, bu kadar karlısı satılır mı? itirazlarına birde yabancıya satılacağı teraneleri eklenince, bazıları kasabanın üzerine kara bulutların gelmekte olduğunu hem anladı hem de dilleri döndüğünce anlatmaya çalıştı.

Yine o birileri

Böyle giderse patronun dediği olur, yüzükler bile atılabilir, boşanma aşamasına kadar gidecek süreç başlayabilir diye uyardılar.

Kafalar karışık, moraller yerlerde sürünürken.

Karamsarlıklar birdenbire yerini iyimserliğe, mutluluğa, a benim sömsöm yârim eşliğinde göbek atmaya bırakıverdi.

Korkulan olmamıştı, kasabanın fabrikasının yeni sahibi yerli milli öz be bizim askerimizin şirketi olmuştu.

Derinden bir ohhh be çektik.

Aslında bu kasaba ile fabrikanın birlikteliğini bitirme, boşanma hamlelerinin ilk işaretiydi. Anlamadık.

................................

Biraz zaman geçtikten, davullu zurnalı eğlenceler, kutlamalar tam da bitmemişken, yeni mal sahibi ufaktan ufaktan pek bir tuhaf davranmaya başladı.

Nakliyeyi ben yapacağım, istenilen ebatta dilip biçeceğim, Lojmanmış, sosyal tesislermiş, spor kulüpleriymiş bu ve benzeri şeylere benim defterimde yer yok, günü gelen sabah işyerine değil muhasebeye gidecek herkes hesabını ona göre yapsın demeye başladı.

Yine o birileri ortaya çıktı kardeşim iş değişiyor bir olalım birlik olalım dese de yine kendileri söyledi kendileri dinledi.

Halbuki yeni düzen o birilerinin dediği gibi yola çıkmıştı, bağıra çağıra geliyordu, çok vakit kaybetmeden de geldi.

İşin doğası buydu. Hatta bu da yetmeyecekti. Doyumsuzluk sistemin temel esasıydı.

Patron ne derse o olacaktı.

Zaten bekleniyordu sırası da gelmişti ve malum ilan edildi.

Kasabanın fabrikasının Özel endüstri bölgesi ilanı, resmî gazetede yayınlandı. Zaten iş bir imzaya kalmıştı, sürpriz olmadı.

Bu kararla kasaba ile fabrikanın kesin ayrılma kararı temyiz yolu kapalı olmak üzere zapta geçirildi.

Kimileri eee şimdi ne olacak diyor ya.

Kısa ve net. Turpun büyüğü daha çıkmadı, heybede.

Sen

2007’den buyana fabrika çalışanlarının sosyal haklarının nereden nereye geldiğinin farkında değilsen.

Kasabanın üzerine her gün dozunu da artırarak yağdırdığı tozu pası zehiri görmediysen, denizin halini duymadıysan.

Kasabalıyı yavaş yavaş hastalık sahibi yapıyor, önlem almıyor yaşamımızı tehdit ediyor, feryatlarına burun kıvırdıysan.

Velhasıl yıllardır olanlara karşılık üç maymunu oynadıysan.

Git, Çınaraltına diz taşını, iç çayını, bak keyfine!

Nuri ÖZTÜRK / İZMİR