Gazeteci, Öykü Yazarı Ustamız Oktay Akbal’ın (1923-2015) en ünlü öykülerinden biri “Önce ekmekler bozuldu” kitabıydı. Akbal yaşasaydı bu yeni yetme çağa bakıp “Önce insanlar bozuldu” derdi kuşkusuz. İçinde yaşadığımız çağ insanın önüne yaşamda izleyeceği iki yol koyuyor. Biri gerçeklerle yaşamak, ikincisi yalanlarla yaşamak. Gerçeklerle yaşamak zordur. Önce gerçekle yüzleşebilecek kadar sağlıklı olmalı belleğiniz ve yüreğiniz. Yalanlarla yaşamak ise işin kolay tarafı. Seçenekleriniz çoktur, eğer yalanlarla yaşamak istiyorsanız. Yalanın pembesine tutunabilirsiniz, yalanın beyazına da. Yalandan bir dünya yaratabilirsiniz müritlerinize.
Kör inancı toplumunuza enjekte etmenin en ucuz yoludur yalan. Önemli olan karşınızdakine daha inandırıcı olabilmeniz için yalana önce kendinizin inanması. Gerçeğe gelince, zordur gerçeklerle yüzleşmek. Gerçeği aramak da öyle. İnsanların pek de hoşlanmadığı bir eylemdir gerçeği araştırmak. Çünkü gerçeği araştırmak için kişinin kuşkunun peşinden gitmesi gerekir. Kuşku duymazsanız bilim yapamazsınız, kuşku duymazsanız doğrulara ulaşamazsınız. Kuşku sizi sağlıklı bir yola, bir felsefeye götürür sonunda. Maksadım ne felsefe yapmak, ne bilgiçlik taslamak. Sadece içinde bunaldığımız, debelenip durduğumuz bir ortamdan çıkış yolu aramak. Din masallarıyla beyinleri yıkanmış, ezberci bir kuşağı nasıl çağdaş bir ülkenin bireyleri yapabilirizi araştırmak ve bu uğurda duraksamadan mücadele etmek…
Toplumu yönetenler, yani iktidar öylesine sık gündem değiştiriyor ki, ülkenin gerçek sorunları gözden kaçırılıyor. Üzerinde konuşulup tartışılmıyor bile. Kadınların, eşcinsellerin kaba şiddetten korunması, kadın cinayetlerinin ortadan kaldırılabilmesi için İstanbul Sözleşmesi önemli bir belge. Canlıları öldürmek kolay. Hele erkek egemenliğinin ağır bastığı bizim gibi toplumlarda önemli olan doğası, hayvanı, insanı ile canlıları yaşatabilmek. İşte İstanbul Sözleşmesi de kadını yaşatır, cinsiyet ayrımcılığına karşı durur. Şimdi iktidar bu sözleşmeyi reddetmek ya da bazı maddelerine şerh koymak arasında ikilem içinde. Sözleşmeyi kabul etmesi halinde AKP iktidarı çağdaş, uygar ülkelerin imzaladığı bir metne imzasını koyacak, aksi halde yine pek çok konuda eleştirildiği gibi ülkeyi biraz daha yalnızlaştıracak. Uygar toplumlarla ilişkilerini çıkar bağları üzerinden yürütse de insanlık değeri açısından yine sınıfta kalacak.
Bazen yazmak istedikleriniz bir yerde düğümleniyor. Siyasetin inandırıcı olmaktan çıkıp yalan dolana döndüğü bir ortamda demokrasi yaratmak elbette mümkün değil. Her zaman yinelediğimiz gibi adaletin eşit dağıtılmadığı, hak ihlallerinin birbirini izlediği, aydınların, gazetecilerin cezaevlerinde çürütüldüğü bir dönemden geçiyoruz. Toplumun bireyleri siyahla beyaz arasında kalmış, grisi yok, “Ya ondansın ya bendensin” diye iki kampa bölünmüşler. İktidar polis devletine dönüşmüş. Her gün güvenlik kadrolarına bekçisi polisi derken yeni güçler ekleniyor. Düşünüyorsunuz bu güçler kime karşı kullanılacak? İktidar erkinin terörist ilan ettiği muhaliflere karşı mı? İktidar erkine biat etmeyen yurttaşlara karşı mı? Sorular giderek çoğalıyor kafamızda. “Kadınlar belki de ülkede çağdaşlığı kuracak bir güç olabilir mi?” Olabilir diye inanıyorum. Çocuklar, gençler ve kadınlar er ya da geç bu ülkeyi çağdaşlığa ulaştıracak. Bu süreç çok zaman da alabilir ama bir gün mutlaka…
Özdemir Asaf usta şairlerimizden biri yazımı onun güzel dizeleriyle sonlandırmak istiyorum. Geçerken:
Maviydi gök resimlerde
Kadının bir elinde sepet vardı
Bir elinde çocuğu
Köylü kadın gülüyordu resimlerde
Başının üzerinden perde perde
Beyaz bulutlar geçerken…
Erkeklerdi çalışan
Resimlerin tarlasında.
Maviydi gök köylerde.
Bir kadının elinde bel vardı,
Bir kadında kazma.
Bir başkasında kürek…
Sırtlarında yazma, başlarında yazma,
Ellerinde yazma ekmek.
Kadınlardı çalışan tarlalarda
Öbek, öbek.
Resimlerde yeşil ve ipek…
Erkeklerdi iş başında çalışan.
Köylerin kadınlarında kazma kürek
Sert toprakla boğuşan.
Tarlaların kenarında sepetler vardı,
Kundaklar, testiler vardı.
Erkekler, erkekler
Ortalıkta görünmüyorlardı.
Kadınların ellerinde kazma kürek
Omuzlarında kara bir şey vardı;
Kara bahtın karası.
Kadınların nasırlı ellerinde yürek,
Kundaklarda iç sızlatan bir çocuk ağlaması
Bu kara baht kimin talihi, kimin yası.
O kadınlarda yürek vardı,
Yemen hatırası, İstiklal hatırası…