Yaş kemale erince, sağdan soldan ağrılar, sızılar, patlaklar meydana geliyor.

Yarım yüzyılı deviren yaşıtlar bu tür durumlarda birbirlerine “gençlikten” yakıştırmasını yaparak kahkahayı basarken, ben de nasipsiz kalmıyorum ki.

Son dönemlerde gençlikten olsa gerek sağ dizim ağrıyor.

MR çektirdik her yerden.

Takır takır ses gelirken makinadan dakikalar geçmek bilmiyor ki.

Özelleştirme furyasında sağlık sektöründe hasta “müşteri velinimetimdir” penceresinden görüldüğü için maşallah tahlil ve MR yarışında sınır yok.

Konusunda uzman insan tamircisi dedi ki, “hemen ameliyat olmalısın”.

-Niye?

-Sağ ayağında menisküs var!

Günlerden Cuma, Salı gününe gün verdi bile kesmek için.

“Düşüneyim” dedim ve hemen yanındaki diğer hastaneye gittim.

Orada da aynı tezgahtan geçtikten sonra, bu kez eski dostlardan aracı soktum durumumu öğrenmek için.

Ameliyata gerek yokmuş!

Evet evet öteki hastanenin insan tamircisi öyle dedi.

“Niye!?” diye sordum…

Ayağımdaki yırtık 2. Dereceymiş.

Eeeee !

Yırtık 3. Derece ise ameliyat kararı verilirmiş.

Eeee !

Bu nedenle ağır olmamak üzere en başta da yürüyüş yapabilirmişim.

Hayda !

 

**

 

Kulağınıza su kaçtı mı hiç?

Bizim çocukluğumuzda Kandilli’de payton dibinde denize girerken su kaçtığında, bir tane yayvan taş alıp kulağımıza yapıştırır ve bir başka taş ile o taşa vurarak (tık tık tık) kulağımızdaki suyu çıkarırdık.

O suyun çıktığını yaşadığımız rahatlamada anlardık.

Yine gençlikten olsa gerek, bizim kulak su koyverdi.

Öylesine su koyverdi ki, bulduğu tüm suları konuk odasına alıyor ve git demiyor. Kulağa sızan su konuk olduğunu unutup oralarda bir haltlar karıştırdığında, bizim kulağın merkezinde halaylar çekiliyor.

Hem de ne çekiş.

Vertigoya kadar gidiyor bu çekiş seansları.

“Bir tek kulağımın arkası kaldı” sözü tedavülden kalkalı çok oldu benim sağlık merkezimde.

Girip çıkıyor.

Her giriş ve çıkışı tam bir tören.

Hele sağ kulak !

Kullanmak istemiyorum ama başka söz de bulamadım, “yalama” oldu.

Su sağ kulağa değmesin.

Doğru insan tamircisinde alıyorum soluğu.

Foş fuş arasında  sağ kulaktaki sular tamirci tarafından çıkarıldığında, “oh be!” diyebiliyorum.

Yoksa uyumak mümkün değil.

Başın yastıkta, kulağın içi lıkır lıkır ediyor.

Başına gelmeyen bilmez derler ya, vertigo yakalamış benim sağ kulağı iki seksen üç doksan, beş yirmi yatırdı boydan boya beni.

Açıkçası sağ tarafım çöktü.

Sağ çöktü de, sol da sağlam değil ki.

Yoklama çekiyor.

Eeee gençlikten efendim gençlikten.

Sağlık sektörü nasıl olsa özel.

Sıra bekleme de yok.

İki şık şık bir tık tık işlem tamam.

İnsan tamircileri boş mu kalsın.

 

**

 

“Ah biz eskiden” sözü bizim gibi gençlerin çok kullandığı bir cümle olup çıkıyor.

Eskiden insan tamircilerinin çoğunluğunu bilir ve tanırdık.

Şimdi öyle mi.

Tanıdıkların çoğunluğu özele transfer oldu.

Yeni gençler ile kuşak farklılığı var.

Özel hastaneler tahlillerden harmanlama yapıyor. Hemen tahlile havale. Orada da “At elini cebine laf söyletme kendine” de, var mı cepte?

Özellikle gençlikten kaynaklanan şeker, kolesterol gibi değerleri öğrenmek için Devlet Hastanesi’nden başka seçenek yok.

Bu tamircilere de bir şey söylenmiyor ki ! Ya ters bir şey söylerse? Al başına bela. Aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık. Başhekim  Muharrem Erdem hemen gönül de koyar.

Of!..

Onca ismin arasından Ziya Şahan’ı  okuduğumda rahatlıyorum. O eski dost. En azından derdimi anlatırım ve “tahlile geldim” diyebilirim.

Valla şu söz çok güzel.

“Ben senin eski değil, eskimeyen dostunum.”

Eskimeyen eskitilmeyen dostluklar kalıcı zaten.

Öyle de oluyor.

 

**

 

Bu işler böyle.

Eski ile yeni arasındaki en önemli faktör sağlık.

Ne kadar sağlıklı isen o kadar varsın.

Gerisi biraz argo olacak ama “asma yaprağı”.

Allah sizi-bizi-hepimizi insan tamircilerine muhtaç etmesin, tamirhanelere de düşürmesin.

“Amin” mi dediniz ?

Ne diyebiliriz  ki başka ?