24 Temmuzlar, siyasi tarihimizde aydınlanmanın simgeleridir. Türk toplumu için önemi yadsınamayacak ölçüde büyüktür. 24 Temmuz 1908’de II. Abdülhamid’in baskıcı yönetiminden kurtularak İkinci Meşrutiyetin ilan edilmesi ve parlamentoların açılması ülkede olumlu değişikliklere yol açmıştır. O güne değin İstanbul’da yayımlanan 3-5 gazete varken ve sarayın yoğun sansürü devam ederken İkinci Meşrutiyetin ilanı ile birlikte basın ve yayın organlarında yoğun bir artış gözlenmiştir. İletişim ve Tarih Yazarı Orhan Koloğlu bu gözlemini Basın Patlaması adını verdiği ve dönemi anlattığı kitabında irdeler. 24 Temmuzlar yalnızca basından sansürün kaldırılışıyla simgelenmez. 24 Temmuz yine Türkiye Cumhuriyetinin bağımsızlığını belgeleyen Lozan Antlaşmasının da yıldönümüdür. I. Dünya savaşının kazananlarıyla Lozan’da masaya oturan İsmet İnönü uzun ve sert görüşmelerden sonra Türkiye’nin bağımsızlığını taraflara kabul ettirmiş ve Lozan Antlaşması imzalanmıştı. İktidar bir oldubittiyle, Mustafa Kemal Atatürk’ün müze olarak imzaladığı metni, yok sayarak Ayasofya Müzesini Cami olarak ibadete açıyor. Ülkenin Covid-19, ekonomi, işsizlik, yoksulluk ve hayat pahalılığı gibi sorunları yokmuşçasına toplumu bu tür dinsel olgularla oyalamaya çalışıyor. 24 Temmuz 2020’de Ayasofya’da kılınacak Cuma namazıyla belli ki iktidar 24 Temmuzlara yeni bir anlam daha yüklenme hevesindedir. Sansürün ilk kez kaldırılışını da tarihi Lozan Antlaşmasını da halkın gözünden kaçırmaya, belleğinden silmeye uğraşıyor. Toplum bunu ne denli içselleştirir göreceğiz. Ama bu davranışın Laik Türkiye Cumhuriyetinin İlkeleriyle bağdaşmadığı da çok açık.
Günümüzde gazetecilerin üzerindeki baskılar giderek artar ve işsizlik sorunu büyürken 24 Temmuz 1908’i hatırlamakta bir kez daha yarar var. 1908 ile beraber Türk toplumu adeta kabuk değiştirmiştir. O güne kadar batıdaki gelişmelere kapalı, haber okuyabilmek için gazete ve dergilere ulaşma olanağı bulamayan insanlar İkinci Meşrutiyetin ilanıyla birlikte görece bir özgürlüğe kavuştular. Çok sayıda yeni gazete ve dergi yayımlandı. Dış basından alıntılar okurla buluştu. Mizah dergileri çıktı. Ama tüm bunlar 1909’da Galata Köprüsü üzerinde Hasan Fehmi’nin İttihat Terakkiyi eleştiren bir yazısı yüzünden kurşunlanmasıyla son buldu. Bu kısacık dönemden sonra gazetecilerin yazdıklarından, çizdiklerinden bedel ödeme dönemi başladı. Günümüze dek belgelenebilen 66 gazeteci hayatını kaybetti. Hala cezaevlerinde yüzün üzerinde gazeteci bulunduran ülkelerden biriyiz. Bu ayıbı ortadan kaldırmak şöyle dursun, Türkiye’ye yeni cezaevleri inşa edileceği müjdesini veriyor iktidarın yetkilileri. Bütün bunlara belki de söylenecek tek bir cümle var. “Durum kötü ama umutsuz değil.”
Şili’li Pablo Neruda dünya şiirinin ustalarından biriydi. İnsan ve doğa sevgisiyle dolu devrimci bir şair ve yazardı. 12 Temmuz 1904 şairin doğum günüydü. Bende yazıyı bu büyük şairin dizeleriyle sonlamak istedim. Enver Gökçe’nin çevirisiyle “Toprak Hırsızları”
Kuraklığın ve vadinin ardında
Hafif yapraklar ve ırmağın kıyısında
Ürünü ve toprak keseğini gözleyen
Toprak hırsızları var
Bu sesli ağaç kırmızısına bak
Bu ışıl ışıl parlayan sancağını gör
Ve seherdeki soydaşının ardında
Toprak hırsızları var
Sığ kayalıklardaki tuz benzeri,
Rüzgarı duyarsın ve cevizliklerde billurlaşmasını
Ama her günün mavisi üzerinde
Toprak hırsızları var
Tohum yatakları arasında
Altın okunun içinde buğdayın titrediğini duyuyorsun
Ama ekmekle insan arasında bir maske gibi
Toprak hırsızları var