Kandilli’de yaşadık ama yaz aylarında doğduğum Başveren Cuma’nın Sinitli Köyü’ndeki dede evimizde tarlada çalışıyorduk.
Ekin de biçtik, hayvan da güttük.
Hatta, merkezde inşa edilen bir binamızın da tuğlasını kara ocak tabir edilen sistem ile dökerken, sırtımızda taşıdığımız çamurları güneşe de yaydık.
Köyden Subaşı’na kadar dere boyunda elimizle balık bile tuttuk.
Şimdi o yıllara doğru bir anı yolculuğu yaptığımda, Çayırt denilen bölgede öküzlerin çektiği döğen keyifleri de geliyor aklıma.
Yaba ile ekin savrulurken, buğday ile samanın ayrılışındaki o estetizmi yeniden yaşamak için neler vermezdim.
Beni eşeğin terkisine bindiren amcaoğlunun ardından nasıl düştüğümü bile hatırladım.
Ta ki, Zonguldak’a yatılı okumaya gittiğim 14 yaşıma kadar her yaz ben genellikle köyümdeydim.
Ah diyelim ah!
Yıllar…
Bu konuya niye daldım şimdi ben?
Şundan…
Hafta pazarından tanesi bir liraya mısır aldım ve evde pişirdik.
Ya…. Böyle lezzetli mısır olmaz/olamaz!
O ne enfes tat öyle.
İnsan ister istemez yumuluyor mısıra ki, sömeğine kadar bir anda hüp götürüyor.
Mısırı bitirdim ki, dank dedi aklım.
Niye bu kadar tatlı?
Lezzetli?
Ne var içinde?
Soner Yalçın’ın her evin kütüphanesinde bulunması gereken son kitabı “Saklı Seçilmişler” de yazılanları hatırladım.
Eyvah!
Acaba?
Bu da mı öyle?
Yani; GDO’lu mu?
Acaba tanelerini tohum olarak kullanabilir miyim?
Yoksa; hibrit mi?
Beynime çakılan sorular zonklamalar yarattı.
Evet, bizlere ne yediriyorlar?
Dünyayı gıdayı kontrol altına alarak gırtlağından yakalayan kapitalizm sınır tanımıyor ki!
Ha bire yediriyor.
Peki, yediklerimiz ne?
Sağlıklı ne var?
Sonuç; yedikçe daha çok bağımlı hale geliyoruz.
O kitapta yazılanlara (tüm iddiaların da kaynağı var) göre; yiyecek bir şey bulamayız.
Her yere girmişler.
Her yeri kontrol etmişler.
Her yer GDO’lu.
Vah bize!
Doğal tadı bile değiştirilerek bizlere neler yediriyorlar neler?
Bundan sonraki savunma sanayisi toplumu GDO’lu ürünlerden koruma üzerine kurulmalı ki, neslimizin devamını sağlayabilelim.
Yoksa…
Yapay zekâlı bir dünyada soy da kalmaz, ata da!