Bugün 1 Ocak 2024. Önümüzde de Şubat ve Mart ayı var. Mart ayı nedir? Kedilerin damlarda dans ettiği ay mıdır? O çoktan değişti. Hazır mama yiye yiye kimyaları özünden çıktı ve yılın 12 ayı damlardan inip sokakta hallediyorlar işlerini. Bu nedenle patladı kedi üretimi (!)
Mart bir başka açıdan nedir?
Kazma kürek yaktırır!
Sonra, vergi ayıdır!
Ve özellikle de Şubat ayı ile birlikte budama sezonudur!
Şubatta başlayıp martta sona eren budama sezonunda; doğa kendine gelsin, yeni filiz ve sürgünler versin diye budama yapılır ki, bahar ve yaz ayları müjde halayları çalınarak karşılanabilsin.
Bu yıl mart ayında ayrıca farklı bir şey, yani bizim seçimlerimiz var.
Seçeceğiz bizi beş sene yerelde yönetecek olanları.
Mart’ın son günü akşamı ülkemizin dört bir yanı, hüzün ve sevinçlere kucak açarken, ertesi günü nisan 1 şakası ile buluşulacak.
Yönetmeye aday olanlar da ise bir telaş bin telaş! Ülkemizdeki demokrasi, tabandan tavana yükselmediğinden dolayı “adamını bul” hikayesi yine malum tezgahlarda hayat bulacak.
Yönetenler ve yönetilenler arasındaki bu en çürük çarık köprüden kim uçarak geçer, kim/kimler düşüp de ilan panolarına yapıştırdığı afişlerini kahır mektupları ile söker götürür, zamanın devamında izleyip göreceğiz.
Bu durumu tersine çevirmeyi gereken kitle; yani halk, tüm bu demokratik olmayan sürece müdahale etmeyip, değiştirmediğinden dolayı hamam böyle, tas böyle, durum böyle.
Hadi bakalım kolay gelsin herkese!
**
Bu çarpık durumun içinde peki biz “aday belirleme” dışındaki gelişmeler içinde ne kadar yönlendiriciyiz?
Korkmadan ve açıkça isteklerimizi dile getiriyor muyuz?
Nasıl bir yönetici, yönetenlere istediğimizi duyuruyor muyuz?
İlk ve değişmez maddemiz “LİYAKAT” diye haykırmıyor ve bu isteğimizin gerçekleşmesi için baskı grubu/grupları oluşturmuyor isek, .bunun adı fanatik seyircilik değil midir?
Biz!
Biz, yönetenlere: “Hele bir dur! Bizim birey olarak sağladığımız kaynakları babanın malı gibi kullanamazsın, hesap vereceksin” deme hakkımızı seslendirmekten her geçen gün daha da uzaklaştık ise o “Hele bir dur!” sözünü kendimize hatırlatmayacak mıyız?
Hele hele yöneten kademesindekilere “katılımcılık” kararlılığımızı hatırlatmıyor ve “Bana ne! Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” alışkanlığını sürdürüyor isek yanlışlık nerede? Söz söyleme ve kararlara katılma hakkımız hep askıda mı kalacak?
Yerel kültür, sanat ve ekonominin desteklenmesi zorunluluğunu unutan yerel yöneticilerin, egolarını tatmin bataklığında mirasyedi gibi har vurup harman savurmasına “yapamazsın” diye set çekme hakkımızdan vazgeçmenin adı nedir?
İnsan yaşadığı kentin sorunlarını sıralamaktan hiç çekinir mi?
Gerçekleri dile getirmekten korkar mı?
Kişi hak ve özgürlüklerine saygı çerçevesinde eleştiri yapabilme hakkını kullanmaz mı?
Hani .bir söz vardı; “susma sustukça sıra sana gelecek” diye. Suskun toplulukların, hak ettiklerine sahip çıkamamalarından dolayı; gelecek kuşakların da geleceğinin ipotek edildiği hep söylenip bilinirken, konuşmak gerekmez mi?
“Adama göre iş değil, işe göre adam” felsefesiyle yöneticilik sorumluluğunu yerine getirmesi gerekenlere, siyasi görüşleri (!) her ne olur ise olsun “höt!” demek yanlış mıdır?
Her şey Ali Baba’nın çiftliği mi olmalıdır?
**
Tabi ki, çiftliklere hayır!
Tabi ki, şeffaflığı yok sayanlara hayır!
Tabi ki, kamu kaynaklarını peşkeş çekenlere, çevresindeki aşırı zenginliklere bilerek dikkat etmeyenlere hayır!
Tabi ki, halkın görüş ve önerilerini iplemeyenlere hayır!
Tabi ki, geçimlerini ispiyonculuk ile sağlayan liyakatsiz kadrolara hayır!
Tabi ki, yöneticiliği “on dönüm bostan, yan gel yat Osman” diye düşünüp yayılanlara hayır!
Tabi ki, indir kaldır mekanizmasını içine sindirenlere hayır!
Tabi ki, günü kurtarma telaşı içinde kalıp ilkesizliği alışkanlık haline getirenlere hayır!
Ve de; söz ve davranışlarında sevgi ve saygıyı katledenlere de hayır!
**
Neye mi evet?
Liyakata, katılımcılığa, şeffaflığı, aldığı sorumluluğun gereğini yerine getirebilmek için geceleri gündüze çevirenlere, yeniliği ve gelişmeleri yakından süzüp ufkunu genişletebilenlere, kaynakları doğru kullanmanın dışında kaynak yaratma becerisine sahip olanlara, kişi ve kurumlarla saygı ve güvene dayalı iletişim içinde olanlara, ayrımcılığı ret edenlere, aldığı sorumluluğun ana çerçevesinin yerel kültür, sanat ve ekonomi olduğunun bilincinde olanlara, çalışanların desteklendiği asalakların da temizlemesini bilenlere, toplumun tüm kesimlerinin beklentisi çerçevesinde sosyal yaşama müdahale edip fırsat yaratanlara evet.
Evet, bu ruh ve amaç çerçevesinde “ben de taşın altına elimi koyuyorum” diye ortaya çıkanlara gönülden selam/selamlar olsun.