Hatay’ın Reyhani ilçesinde patlama meydana geldi.
Onlarca insan öldü.
Hayati tehlikesi de devam eden yaralılar var.
Dünyanın gözü ülkemizin üzerinde.
Derken, “Bizi komşumuz Suriye ile savaşa mı sürüklüyorlar?” sorusuna yanıt aramaya başlanacak ki, küt “yayın yasağı” geldi.
Sakın ha, sıkıyönetim falan filan yok ülkemizde.
Darbe marbe de yapılmadı.
Cunta da yok başımızda.
Ama…
Yayın yasağı var.
Yassak kardeşim!
Yazamazsın.
Söyleyemezsin.
Gösteremezsin.
Dinletemezsin.
Yorumlayamazsın.
Yani;
Yassak !
Hatay’daki patlama basının başında patladı.
“Sus” dendi.
Basın da sustu.
Gık yok…
Gık deyince aklıma gıtgıtgıdak geldi.
Yumurtlayan tavuğun müjdesi.
Ses verişi.
Baktım komşunun tavuğu gıdaklıyor.
Yumurtlamış anlaşılan.
Tavuk ses veriyor ama biz sessiz kalıyoruz.
Bahar geldi ya, domates, biber, patlıcan ekimlerini yazabiliriz.
Hatay’ı göremeyiz.
Sağına soluna bakma.
Görme.
Bilme.
Önüne bak.
Ne görüyorsun?
Hatay deyince daha çok korktum.
Bizim yazı işleri müdürümüz kısa dönem askerlik için oraya gitti ya.
Hay Allah!
Emrah daha yeni yemin etti.
Acaba göreve gitmiş midir?
Gitmez mi?
Askerlik böyle bir şey.
Nerede bir olay var ise cankurtaran asker.
Selde.
Depremde.
Yangında.
Patlamada.
Asker göreve.
Elbette bu patlamaların altında “siyaset” var.
Pekeke de öyle yapmadı mı?
Köyleri basıp bebekleri öldürerek sesini duyurmadı mı?
Pekeke diyorum.
Pekeke.
Ha şimdi bu emperyalizmin taşeronu ile aramız düzeldi değil mi?
Of!
Aşağısı da, yukarısı da kıl!
Fazla ellenmeye gelmez.
Kıl bu.
Kıllık mıllık yapar.
Görmedim, duymadım, söylemedim…