Yalnızlığı sevenlerden misiniz, bilemiyorum. Bana sorarsanız, yalnızlıktan da yalnızlığı yaşamaktan da hoşlanmam. Yalnızlığımı paylaşabileceğim birilerini, bir şeyleri arar dururum. Dostlarım olsun isterim hep çevremde. Döne döne okuduğum sevgili kitaplarım, benliğimi saran, ruhumu doyuran müzik sesleri ve sonra martılar, kargalar, kediler, köpekler… Bunların tümü yalnızlığımdan çıkarır hayatın sevimli yanlarına götürür. İnsan sıcaklığına alışkın olanlarda yalnızlık barınmaz diye düşünürüm.
Doğaya kalp gözünüzle baktığınızda da yalnızlık uzaklaşır sizden. İçinizden geldiği için sevgiyle sarılı verdiğiniz bir ağaç, üzerine sere serpe uzandığınız çimenler, mavi gökyüzü yaşamanın ne denli güzel, keyifli olduğunu anımsatır bizlere… Ne var ki yenidünya düzeni insanlığı giderek kör bir yalnızlığa itiyor. Birbirinden yalıtıyor.
Benmerkezci, kendini seven, büyük sermayenin modern kölelerini yaratıyor. Markalaşmış mağazalarda alış veriş ediliyor, lüks restoranlarda yemek yeniyor, son model otomobillerde dolaşılıyor. Hemen hep aynı müzikler çalıyor araçlarında. Ama bütün bu mükemmeliyet onları modern kölelikten kurtarmıyor. Hayatı sorgulamadan, iş güçlerini kime kimin yararına harcadıklarını irdelemeden çalışıp duruyorlar.
Kendi beğenileri yerine patronların, buyurganların beğenilerine uygun bir yaşam sürdürüp gidiyorlar. Sanırım bu en büyük yalnızlık. Bir de toplumda gözden kaçırılmaya çalışılan bir yalnızlık var ki ben buna ‘Zulme dönüşen yalnızlık’ diyorum. Bildiğiniz gibi ülke şimdilerde büyük bir cezaevi. Avukatı, akademisyeni, gazetecisi, yayıncısı bir başka deyişle düşünen, düşündüğünü konuşarak ya da yazıyla ifade eden her birey içerde. Mesleklerinden, ailelerinden, dostlarından, kitaplarından soyutlanmışlar. Avrupa’yı bilmiyorum ama herhalde Balkanların en büyük en çok cezaevine sahip olmakla övünebiliriz! Ve dostlarım işte en büyük yalnızlık bu. Dört duvara kapatılarak tecrit edilmek. Sevgiliye, toprağa, güneşe hasret bir yaşam, bazen insanın yüreği daralıyor, insanlığından utanası geliyor. Yazıyı büyük Fransız Yazarı Andre Malraux’nun sevdiğim bir sözü ile bitirmek istiyorum: “Hayatın değeri bir hiçtir, ama hiçbir şey hayat kadar değerli değildir.”