Acaba yargıçlar; af dilemelerive pişmanlıkları yaptıkları yanlışları çoktan aşmış olanları nasıl cezalandırabilirler?
Pişmanlık değil midir, hizmete heves ettiğiniz o hukukla sağlanan adalet?
Adil olmaya özenenler, başkalarının pişmanlıklarını masumların yüreğine mahkûmiyet olarak kazıyabilir misiniz? Bunu yapmakla adalet dağıttığını ve kendilerinin adil olduğunu zannedenler; asıl suçluların cezalarını böylece kaldırabilir misiniz?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde gazeteci yazarlar Ahmet Hüsrev Altan / Türkiye (Başvuru No. 13252/17), Alpay / Türkiye (Başvuru No. 16538/17), Atilla Taş / Türkiye (Başvuru No. 72/17), Bulaç / Türkiye (Başvuru No. 25939/17), Ilıcak / Türkiye (Başvuru No. 1210/17), Mehmet Hasan Altan / Türkiye (Başvuru No. 13237/17), Murat Aksoy / Türkiye (Başvuru No. 80/17), Sabuncu ve Diğerleri / Türkiye (Başvuru No. 23199/17), Şık / Türkiye (Başvuru No. 36493/17) ve Yücel / Türkiye (Başvuru No. 27684/17) bireysel başvurularında Hükümet’ten “yanıt” daha doğrusu “savunma” bekleniyor.
Mahkeme bu bireysel başvurulara Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserinin “Üçüncü Taraf Müdahalesi” talebini kabul etti. Komiser ’in görüşü 19 Ekim 2017 tarihinde resmî web sayfasında (coe.int/en/web/commissioner) yayımlandı…
Komiser bu başvurusunda 27-29 Eylül 2016 tarihleri arasında Ankara ziyaretinden sonra OHAL kapsamında alınan tedbirlerin insan hakları üzerindeki etkisine dair 7 Ekim 2016 tarihli memoranduma atıf yapmaktadır. Gazeteci ve yazarlar hakkındaki tutuklama kararlarını ve ceza davalarını Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı görüyor.
Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Nil Muiznieks, Üçüncü Taraf Müdahale başvurusunda; “gazeteciler aleyhindeki ceza kovuşturmalarının büyük bölümünün asılsız suçlamalar temelinde” ve sadece “gazetecilik faaliyetleri dışında herhangi bir gerçek kanıta dayanmaksızın başlatıldığını” gözlemlediğini belirtmektedir.
Komiser bu gözleminin bir kanıtı olarak Cumhuriyet gazetesi yazar ve yöneticileri hakkındaki tutuklama kararlarını şöyle göstermektedir:
“…aralarında başvuruculardan bazılarının da yer aldığı Cumhuriyet gazetesine bağlı gazetecilerin ve yöneticilerin tutuklanmasıyla ilgili olarak sulh ceza mahkemesi hakimlerinin kararlarına dair endişelerini dile getirmiştir. Bu gazeteciler, Türk Ceza Kanunu'nun 220. Maddesinin 6. Fıkrası kapsamında "örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemekle" suçlanmıştır. Aleyhlerindeki tek kanıt, yerel mahkemenin FETÖ (Fetullahçı Terör Örgütü) ve PKK (Kürdistan İşçi Partisi) silahlı terör örgütlerinin propagandası şeklinde değerlendirdiği, Cumhuriyet gazetesinde yayınlanmış bir dizi haberdir. Komiser; mahkemenin değerlendirmesinde ifade özgürlüğünün dikkate alınmaması, birbirlerine sürekli cephe alan iki örgüt olan FETÖ ile PKK için aynı anda propaganda yapılması suçlamasının açıkça mantıksız olması ve kamuoyunu ilgilendiren meselelere dair yukarıda bahsedilen eleştirel gazete yazıları haricinde şüphelilerle bu örgütler arasında herhangi bir bağlantı bulunduğunu kanıtlayacak maddi bir delil olmaması karşısında hayrete düşmüştür.”
Komiser hayretler içerisindedir…Ama gazeteciler hakkında ceza davaları vardır ve tutukludurlar!
Komiser gazeteci Ahmet Şık ile ilgili olarak yaptığı değerlendirmesinde “tutuklama kararını” inandırıcılıktan yoksun görmektedir. Komisere göre;
“Benzer bir biçimde, aynı gazetede (Cumhuriyet) görev yapan ve mevcut davalar grubunda başvurucu olan gazeteci Ahmet Şık ile ilgili tutuklama emri, kendisinin PKK, Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (DHKP-C) ve FETÖ propagandası yapmakla suçlandığını göstermektedir. Komiser’ in selefinin (Bakınız T.Hammarberg Raporları) 2011 yılında gerçekleştirdiği ziyaret esnasında Sayın Şık'ın Fetullah Gülen hareketinin devlet organlarına sızdığını ifşa etmesine misilleme olarak Gülenci savcıların uydurma olduğu sonradan anlaşılan suçlamalarından ötürü tutuklu bulunduğu bilhassa dikkate alındığında, Komiser, Sayın Şık'a yönelik bu suçlamaların inandırıcılıktan ciddi biçimde yoksun olduğunu gözlemlemektedir.”
Nil Muiznieks, “gazetecilerin hürriyetlerinden yoksun bırakılmasını da içeren tedbirlerin hem dayanaksız ve orantısız olduğuna” dikkat çekmekte ve “devlet organlarının tutum ve eylemleriyle ilgili olarak araştırma ve yorum yapmayı planlayan araştırmacı gazeteciler nezdinde bir otosansür iklimi oluşmasına katkıda bulunduğuna” işaret etmektedir.
Komiser, “sulh ceza hakimlerinin verdiği tutuklama kararlarının çoğunlukla mantıktan uzak, yalnızca kanunun lafzına atıfta bulunan ve böylesi dayanakların ayrıntılı bir incelemesini içermeyen, basmakalıp ve soyut formüllere dayalı olduğuna işaret etmektedir. Cumhuriyet gazetesi yazarları ile Ahmet Altan hakkındaki tutuklama kararları bu açıdan özellikle dikkate değerdir, zira başvurucular davaları başlamadan önce "suçun niteliği, kanıtların durumu, dosyanın içeriği" şeklinde belirtilen muğlak bir gerekçeye dayanarak yaklaşık bir yıl tutuklu kalmıştır. Komiser, Mahkeme tarafından Türkiye aleyhinde verilen ve Sözleşme'nin 5. Maddesinin ihlal edildiğinin sabit olduğunu belirten çok sayıda kararın da endişelerini teyit ettiğine işaret etmektedir. Özellikle Şık / Türkiye ve Nedim Şener / Türkiye davalarında, Mahkeme, ayrıntılı gerekçelerin bulunmamasının her ikisi de araştırmacı gazeteci olan başvurucuların yargılama öncesinde tutuklanması gerektiğini gösteren herhangi bir delil bulunmadığı anlamına geldiğine kanaat getirmiştir. Mahkeme, basmakalıp bir genel gerekçeler listesinin bu eksikliği gidermek için yeterli olmadığını belirtmiştir. Komiser, Ahmet Şık ile ilgili olarak Mahkeme'nin daha önce verdiği karara rağmen kendisinin bariz bir şekilde düzeltilmemiş olan bir yargı uygulaması neticesinde yeniden tutuklanmasını özellikle bir talihsizlik olarak değerlendirmektedir.”
En dikkate değer hukuka aykırılık örneği, Cumhuriyet gazetesi yazarları ve Ahmet Altan hakkındaki tutuklama kararlarıdır. Önceki yargılamasındaki “tutuklama” kararı bile henüz “düzeltilmemiş bir yargı kararı” olduğu halde Ahmet Şık hakkında yeniden verilmiş tutuklama kararı ise, özellikle talihsizliktir!
Talihsizlik deyince; “aldatıldıklarını” söyleyerek af dileyenlerin pişmanlıklarından yaratılan hukukun adaletini “adil olmaya özenen yargıçlar” mı sağlayacaktır?
Henüz düzeltilmemiş yargı kararlarının masumları olan gazetecilere, adaleti acaba adil olmaya özenen yargıçlar nasıl sağlayacaklardır?
Aklıma Halil Cibran’ın “Ermiş”i geldi…Orphalese kentinden gemiyle ayrılmak üzere olan El Mustafa’yı uğurlamaya gelenler onun konuşmasını isterler ve “doğum ile ölüm arasında olana dair ne varsa sana gösterilen, bize anlat” derler (İş Bankası. Kültür Yayınları. H. Cibran. Ermiş) …
“Derken kentin yargıçlarından biri öne çıktı ve bize Suç ve Cezadan Söz Et, dedi. O da yanıtladı ve dedi ki: (…) Ve siz adil olmaya özenen yargıçlar. Cismen namuslu ama ruhen hırsız olana ne hüküm verirsiniz? Cismen katleden ama ruhen maktul olana ne ceza kesersiniz?
Eyleyişinde düzenbaz ve zalim olanı nasıl mahkûm edersiniz, aynı zamanda incinmiş ve haksızlığa uğramış ise? Ya pişmanlıkları yaptıkları yanlışları çoktan aşmış olanları nasıl cezalandırırsınız? Pişmanlık değil midir, hizmete heves ettiğiniz o hukukla sağlanan adalet?
Ama yükleyemezsiniz pişmanlığı masumların yüreğine, suçlularınkinden kaldıramazsınız. O çağrılmadan çalacaktır kapıları geceleri, insanlar uyanıp kendilerine baksın diye.
Ya siz adaleti kavramak isteyenler, nasıl yapacaksınız bunu tüm fiillere ışığın kusursuz aydınlığında bakmadan?”
Gazetecilerin payına düşen adaletin adı hukuken denecek söz kalmadığı için sadece ve sadece talihsizlik midir?
Aldatıldıkları için af dileyenlerin pişmanlıklarına özenen yargıçlar mıdır adil olanlar?