Türkiye barışı, emeği ve kardeşliği savunan bireylerini bir bir yitiriyor. Sağ kalanlar da sudan bahanelerle cezaevi hücrelerine konuluyor. Hafta sonu Uluslararası Af Örgütü Üyesi, İnsan Hakları Savunucusu Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi öldürüldü. Nedeni niçini yok. Derin devlet böyle istedi. Çünkü bu gücü oluşturanların en çok korktukları sözcük “barış ve de halkların kardeşliği” Onlar savaşla besleniyorlar. Öldürme sanatında ustalar. Yakarak, yıkarak, ölüm saçarak toplumu korkutmaya, bireyleri edilgin kılmaya çalışıyorlar. Hedeflerinde halkın haber alma, bilgilenme kanallarını tıkamak var. Böylece okumayan, irdelemeyen, sorgulamayan bireylerin oluşturduğu bir toplum yaratma sevdasındalar. Bütün kurum ve kuralları ile işleyen demokrasiye düşmanlar, özgür düşünmeye, sanata, insan haklarına, çağdaş hukuk ilkelerine düşmanlar. Mesleğini dürüst yapan gazetecilerin tümüne, kalemlerini satın alamadıkları yazarlara düşmanlar. İstiyorlar ki herkes iktidarlarına biat etsin. Yurttaşların temel hak ve özgürlüklerine pranga vurulsun. İstiyorlar ki bu coğrafyada yaşayan insanlar kardeşçe bir araya gelmesin, gülmesin, kahkaha atmasın, şarkı türkü söylemesin, tiyatro yapmasın, ana dilini konuşmasın. Şimdi Türkiye bir kaosu yaşıyor. Nefret dili ve şiddet giderek toplumun bütününü tehdit eder durumda. Sanıyorlar ki insanları korkuyla sindiririz. Sustururuz. Demokrasiye inanan her muhalifi, her sivil toplum örgütünü, her meslek kuruluşunu tehditle yola getiririz. Ne denli derin olduğunuzu bilmiyorum ama yapamayacağınızı biliyorum. Bu ülkenin yurtseverleri, ilericileri bu filmleri göre göre büyüdü. Artık tehditlerinize, korkutma yöntemlerinize karnımız tok. Susmayacağız. Gazeteciler de, emek sendikaları da, emekçiler de, insan odaklı sanatçılar da, baskı altında tutmaya çalıştığınız şiddet mağduru kadınlar da. Biz gücümüzü biliyoruz. Yılmayacağız, susmayacağız. Böyle biline…
Yazıyı bir şiirle sonlayalım. Yakınlarda yitirdiğimiz Gülten Akın’dan bir şiirle: “Leke”
Çağın en karmaşık yerinde durduk
biri bizi yazsın, kendimiz değilse
kim yazacak
sustukça köreldi
kaba günü yonttuğumuz ince bıçak
nerde onlar, her kımıldayışta
çıkan tansık, ışıldatan büyü
bir gün daha görülmedi
bir gün daha geçti otları soldurarak
öğrendik de körmüş, sanki yokmuş
ne yol ne bir geçip giden
ne kaydını tutan geçip gidenin
dediler ki
onları kilitle, anahtarı eski yerine bırak
oysa
utanılacak bir şeymiş, öyle diyor Camus
tek başına mutlu olmak
sesler ve öteki sesler, nerde dünyanın sesleri
leke dokuya işledi
susarak susarak