Siyasette "Şerefsizler" tartışması nasıl başladı?

 

Hürriyet’in haberine göre; “MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin dün (03.08.2015) partisinin genişletilmiş İl İstişare Toplantılarında yaptığı konuşma ile başladı. Bahçeli, toplantının kapalı bölümünde yaptığı konuşmada, HDP'ye oy veren ve bu partinin "geleneksel seçmeni olmayan" kişilere yüklendi. Bahçeli, "İzmir’de Marmaris’te yazlıklarında yatıp AKP’nin olmasın diye oyunu MHP’ye vermeyen, ama HDP’yi Meclis’e taşıyan zavallılar, Türkiye’nin kaymağını yiyenler, Boğaz’da, yalılarda viskisini yudumlayıp oyunu HDP’ye veren şerefsizler… Şimdi, HDP ile koalisyonu kurun” ifadesini kullandı.” (04.08.2015 Hürriyet web)

 

Bir siyasi partinin lideri, başka partiye oy vermiş insanlara “şerefsizler” demiş oldu. Hatta bir TV programında üç bin kişilik liste olduğu da söylendi… HDP Eş Başkanı Sayın Demirtaş “Seçmenimize küfür hakaret edene bin misliyle aynen iade ediyorum. Seçim öncesi hırsızdan hesap sorarız deyip, seçim sonrası hırsızın sarayında zevki sefa sürenler midir şerefli olanlar?” dedi.

 

Hakarete uğradıkları iddiasıyla Savcılıklara şikâyet dilekçeleri verenler kendilerine şerefsiz denildiği için sözü söyleyenin cezalandırılmasını talep ettiler. Olay, yargıya intikal etti…

 

Anayasaya göre, herkesin Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerine uygun olarak yararlanma hakkı vardır. Milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde herkes onurlu bir hayat sürdürme hakkına da sahiptir.

 

Onurlu bir hayat sürdürmek hakkı… Bu hakka sahip olanlara neden “şerefsiz” diyorsunuz!

 

Oy kullanma hakkını kullandığı için mi aşağılıyorsunuz yoksa size oy vermediği için mi?

 

Anayasada, “Başlangıç” bölümünde, vatandaşların onurlu bir yaşam sürdürmek hakkına ve “maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine”  daha doğuştan sahip olduğu kabul edilmiştir. Doğuştan böyle bir hakka sahip olanları bir siyasi parti lideri “şerefsizlikle” suçlayabilir mi?  

 

“Topluca Türk vatandaşlarının milli gurur ve iftiharlarda, milli sevinç ve kederlerde, milli varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde ortak olduğu, birbirinin hak ve hürriyetlerine kesin saygı, karşılıklı içten sevgi ve kardeşlik duygularıyla ve  "Yurtta sulh, cihanda sulh" arzu ve inancı içinde, huzurlu bir hayat talebine hakları bulunduğu;…” Anayasanın “Başlangıç” bölümünde yer alıyor.

 

Birbirinin hak ve hürriyetlerine kesin saygı… Saygı duymuyor, hakaret ediyorsunuz! İnsanlar arasındaki karşılıklı içten sevgi ve kardeşlik duygularına rağmen neden seçmenlerin bir kısmına “şerefsiz” diyorsunuz! HDP’ye oy verenlerin ve herkesin huzurlu bir hayat talebinde bulunma hakkını niçin aşağılıyorsunuz?

 

Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz. Artık Anayasada böyle yazıyor demek bile ayıp… Ama düşünce ve kanaatleri nedeniyle kınama ve suçlama hakkınız olmadığı halde neden HDP’ye oy vermiş insanları “şerefsizlikle” suçluyorsunuz?

 

Dediniz diye seçme, seçilme, bir siyasi parti içinde siyasi faaliyette bulunma, oy kullanma ve halkoylamasına katılma hakkını kullananların %13’ünü oluşturan insanlar “şerefsiz” mi oldu?  

 

Gösterilen tepkilere ve tartışmalara yanıt verirken Twitter hesabı üzerinden açıklamalarda bulunan MHP lideri Bahçeli, "Hırsıza hırsız demekten korkmamak ne kadar zorunluysa, şerefsize şerefsiz demek o kadar yüksek ve milli bir sorumluluktur. Şahsen bu sorumluluğu yerine getirmenin huzurunu yaşıyorum" dedi (5.8.2015 Hürriyet). Twitter üzerinden şöhretle şeref arasındaki farka değinen Bahçeli'nin Twittine göre; “ Gündemde şeref tartışmalarının revaçta olduğunu izliyor, ipe sapa gelmez yorumları, mesnetsiz söz ve açıklamaları da ibretle takip ediyorum. Şerefi herkes bilir. Bilmek bir şeye sahip olunduğunun delili değildir. Şerefli olmak manevi bir mükâfat, insan varlığının beyannamesidir. Hayatta haklı ve meşru bir gayesi olan, müdafaa edeceği değerleri bulunan herkes için şeref vazgeçilmez bir nimetin doyumsuz lezzetidir. Şeref; kendimize ve çevremize duyduğumuz saygının vicdan, ruh ve münasebette somutlaşmış ve nüfus etmiş insani hal özetidir. Şöhret başka şey, şeref bambaşka bir şeydir.”  (Hurriyet.com.tr/gundem/29728543.asp)

 

Şeref konusunda “ipe sapa gelmez!” şeyler söylemeden ve yorum yapmadan geçmek olmaz.

 

Basit bir yönteme başvuralım, daha akılcı olur. İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin birinci maddesindeki amaca göre Bildirgenin kendisi aslında “insan olma” ile ilgili.  Yani bir canlı “türü” olarak belli olanaklara ve yeteneklere sahip olma hali! İnsan olma halinin bir çeşit üyesi olan her kişi, başka kişilere belirli bir şekilde muamele etmeli ve başka kişilerden belirli bir şekilde muamele görmelidir. İnsanlık halinin en basit beklentisi bu. Anayasalar, yasalar ve toplumsal ilişkiler hep bu “insani muamele” biçimlerinin oluşmasına yarıyor. Böylelikle insanlar varlıklar içinde özel yerini alarak “insan değerini” ve “insan onurunu” yaratıyor, yaratabiliyor. İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, bütün bu hallerin yaşama geçmesi ve ilgili olanakların gerçekleştirilebilmesi için koşulları sıralıyor. Her insan hakkının temin edilmesi ve insana özgü olanakların gerçekleştirilmesi için zorunlu sayılan temel koşullara ilişkin davranış/muamele taleplerini Evrensel Bildirge dile getiriyor.

 

Eğer bir ülkede ki kamu düzeni, orada yaşayan bütün kişilere (yurttaş olsun-olmasın), insansal etkinlikleri gerçekleştirebilme koşullarını sağlıyorsa, o ülke özgürlüklerin taşıyıcısı olan bir ülkedir (Kuçuradi). Belki “şeref” meselesi insan olma hali ile ilgilidir. İnsanların insandan beklediği davranış beklentisi ve insan onurunun korunması ile ilgili bir sonuçtur.  

 

O zaman acaba başka bir siyasi partiye oy verdikleri için onlara karşı nefret ve kin duygularını ifade etmek veya onlara hakaret etmek, kişinin hangi insansal olanaklarının gerçekleştirilmesi için zorunludur acaba? Hakaretin zorunluluğu nedir? Bir insanın nefretini hakaretle dile getirmesi ve insanları şerefsizlikle suçlaması karşısında bunu yapan kişinin yargılanamaması veya dokunulmazlığı nedeniyle dokunulamaması gerekli midir?

 

BM üyesi Devletler 16 Aralık 1966 tarihli BM Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmeyi “Birleşmiş Milletler Şartı'nda ilan edilmiş olan ilkelere uygun olarak, insanlık ailesinin tüm mensuplarının doğuştan sahip oldukları onurun ve eşit ve devredilmez haklarının tanınmasının, dünyada özgürlük, adalet ve barışın temeli olduğunu göz önünde bulundurarak, bu hakların, kişinin doğuştan sahip olduğu onurundan kaynaklandığını kabul ederek” imzaladılar. İnsan olmanın en doğal haliyle “insan onurunu” insanın doğuştan sahip olduğu hak olarak kabul ettiler.

 

Barış, adalet ve özgürlük için kabul edilen bu insan hali; insani muamelenin talebidir.

 

Hiç kimsenin şeref ve itibarına yasal olmayan tecavüzlerde bulunulamaz. Herkesin, bu gibi müdahalelere ya da tecavüzlere karşı yasalarca korunma hakkı vardır (Sözleşme Madde 17).

 

Siyasi bir partinin başkanı kendisine oy vermeyen seçmenlere “şerefsiz” derse; seçmenlerin siyasetçiden şikâyetçi olma hakkı vardır. Bu hak kullanılmıştır.

 

Yargıya intikal etmiş olan şikâyetler karşısında “şerefsizler” ile ilgili olarak yargının bu meseleyi nasıl çözeceğini göreceğiz. En kolay yollardan biri, belki unutup gideceğiz. Şerefsizlik suçlamasının siyasete olan katkıları önümüzdeki yıllarda nasıl açıklanır bilinmez.

 

Şerefsiz olmak, yalıda oturmak, viski içmek… Hepsi bir arada nasıl bir çözüme bağlanacak göreceğiz. En azından politikaya kazandırılan “şerefsizlik” halinin “insan olma” hali ile nasıl bağdaştırılabileceğini öğreneceğiz.

 

Bir yanda şerefsizlik, diğer yanda insan olanın doğuştan sahip olduğu insani muameleye tabi olma hak ve talebi…

 

Acaba “insan onurunun” çiğnenmesi karşısında “şerefsizlikle” suçlanan ve bu yüzden “insani muamele” talep eden insanlar için savcılıklar ve yargı; vereceği kararlarıyla bir dirhem bile olsa adalet dağıtabilecek midir?