Kandilli’yi  anlatmak,  makalelere sığdırmak  çok da kolay değil.  Ancak, yıllar önce  görülmüş bir  rüya gibi  parça parça  hatırlanarak   anlatılabilinir.  Ama o rüyanın  her karesi çok  değerli, sabah uyandığında  o gördüklerini hatırlayamamak, işte  bir felaket.  Ben bu rüyanın gerçeğini yaşadım. Yaşadım yaşamasına da  yıllar sonra o rüyayı tekrar görmek istediğimde, bir sahnesini  bile görememek kadar  acı, hayal kırıklığı, hüsran, hasret, isyan,  hepsi bir arada ki duygular…   

         

        Kendimi kaptırdım gidiyorum.

        

        En iyisi ben, gene anlatmaya devam edeyim…

 

        Aşağı  Kandilli’deki  okulumuzun  hemen yakınında payton vardı. Payton  demirden yapılmış,  yedi   sekiz  kişi  kadar insanın  binebildiği bir araçtı. Bununla   rayların  üzerinden  kayarak  deniz kenarına  inilirdi. Paytonun  tepesinden   bakıldığında, aşağıdaki   kara denizin azgın dalgaları görülürdü.                

 

        Manzarayı anlatmakta insan zorlanıyor doğrusu.   Adrenalin  yükseltilmesini sevenler için biçilmiş kaftandı.  Bu araç halatlara bağlı olarak   rayların üzerinde kayardı ama, yukarıdan bakıldığında sanki doksan  derece  açıyla    aşağıya  inildiği   hissedilirdi.  Oysa gerçek açısının 33 derece olduğunu öğrendim.  Kandilli’ye  gelip de,  paytonu, yani  diğer  adı  ile  bu  varageli  merak etmeyen  yoktur  herhalde. Ama cesaret  edip  de  herkesin   binebildiğini söyleyemem.  Çok  bilindik  ve   görülebilecek  bir sistem değil,  onun  için  insanlara  çok   enteresan  gelmektedir.             

          

       Payton 1900 yıllarının başlarında tasarlanıp yapılmış. Hatta dibinde bir vinç yükleme vardı ve üzerinde kabartma yazı ile 1919   tarihi yazılı idi. Deniz kenarına ulaşabilmek  için   240 metre  kadar  bu paytonla seyahat etmek gerekirdi.  Paytondan  indiğinizde  ‘Şükür ya rappim’ diyorsunuz tabii. Çünkü yaptığınız yolculuk sıradan değil,  yüreğinizin yerinden çıktığını, sıkıştığını hissederdiniz.

       

        Bu heyecanlı inişten sonra bazı tesisler görülürdü. 1960  yıllarında   E.K.İ (T.T.K)  tarafından  yaptırılan  pilaj  tesislerinde insanlar  denize girerlerdi. Normal pilajda olması gereken her türlü konfor burada mevcuttu. Plajın sağ tarafına ilerledikçe İtalyanlar tarafından yaptırılmış halen kalıntılarına   rastlanan  ve 1950 yıllarına kadar çalışmış  lavvuar  tesisleri vardı. Yani   kömürler  burada yıkanır deniz yoluyla da  diğer şehirlere nakilleri yapılırmış.  Şimdilerde   bahsettiğim  bu  bölgede  sadece T.T.K   İşletmesine ait  ocak havalandırmasını yapan ana aspiratör çalışmaktadır. Başka   derseniz, bolca   tabiat  manzarası  kalmış.                      

 

        Payton da belki  korku yaşıyorsunuz  ama, aşağıya  indiğinizde, buna değiyordu doğrusu. Gördükleriniz  karşılığında, bu  korkular silinip gidiyordu. Ama,  bir taraftan  da   kayalar öylesine  büyük ve korkunç  tu  ki; denizin  derinliği  de  keza öyle, burada denize girmek  de  iyi bir  yüzücülük  isterdi   doğrusu.  Türkiye’miz de   Karadeniz  her  kıyıda  insanları  heyecanlandırır  zaten.  Ne zaman  ne  yapacağı   belli   olmaz  ama,   biz  Karadenizliler onun dilinden  anlıyoruz galiba.

 

       Bol  bol  iyot  kokusunu   teneffüs   ettikten ,  kayalara  vuran azgın dalgaları  seyrettikten sonra  dönüş  zamanı  gelirdi. Her  inişin  bir  de  yokuşu vardır  ya,   seyahat sonunda gene  paytona  binilir vinç vasıtası ile halatlar bizleri okulumuzun önüne çıkarırdı yani  Armutçuk özel ortaokulu.  İkinci  evimiz, her sabah  sevinçle, arzuyla  koştuğumuz yuvamız.

      

        Kandillim yazmakla bitmez anılar devam edecek.