Ülkeyi ısrarla totalitarizme sürüklemek isteyen birileri var. Uzun zamandan beri toplumun çeşitli fay hatlarına saçtıkları nefret tohumları bugün tehlikeli boyutlarıyla karşımıza dikilmiş bulunuyor. Tıpkı İkinci Dünya Savaşı öncesi sendromunu yaşıyor gibi insanlarımız. Nefrete eşlik eden korku iklimi bir karabasan gibi insanların üzerinde. Kanımca gücünü öfke, hırs ve şiddet gibi duygularla donatmış iktidar sahipleri sıkça yineledikleri ileri demokrasi vaatlerini çoktan rafa kaldırdılar. Önümüzde er geç yapılması gereken parlamento seçimleri var. Anketler Cumhur İttifakı için pek parlak gözükmüyor. Böyle bir durumdan kendisine vazife çıkarmak isteyen iktidarla küçük ortağı yeni yöntemler arayışı içinde. Kamuoyunun dikkatini başka olaylara çekmek her zaman en iyi yaptıkları işi canlandırarak din istismarını ortaya sürmek ve de cumhuriyetin kazanımlarını yok sayarak Osmanlı güzellemesi üzerinde algı operasyonları icat etmekteler.

Nefret duyguları da böyle bir ortamda torbadan çıktı. Pek masumane olarak “Büyük Aile Buluşması” adını verdikleri mitingde başta LGBTİ+’li bireyler olmak üzere, çalınan müziğe bile nefret kusuldu. Yani açık açık cinsel ayrımcılık yapıyorlar. Nefret dilini kullanıyorlar. Ve elbette nefret suçu işliyorlar. Ama iktidardan çıt çıkmıyor. Eşcinsellerin bütün dünyada yılda bir kez düzenlediği “Onur Yürüyüşü”nü yasaklayan, katılanları polis marifetiyle hırpalayan, gözaltına alan iktidar şimdi kendilerinden olmayan herkese, her şeye nefret kusan bu sokak gösterisine sempatiyle bakıyor. Bir kez daha hatırlatayım: Faşizmin ve Nazizmin en belirgin tutumlarından biridir eşcinsellere düşmanlık. Tıpkı Çingeneleri ötekileştirerek nefret duydukları gibi. Tıpkı Yahudilere yaptıkları insanlık dışı davranışlar gibi. Nefretin ülkemde bu denli hızla yükselmesi bir anlamda bütün dünyayı sarmakta olan ırkçılıkla da ilgilidir. İnsan düşünmeden edemiyor. Yoksa yine dünya ’38’li, ’40’lı felaket günlerine mi dönüyor. Savaş tamtamlarını bu kez kimlerin çaldığı açık. Ne zaman dünya ekonomisi darboğaza girse emperyalist güçler ortalığı karıştırmaya başlar. Savaş tamtamlarını usuldan çalmaya başlarlar. Sanırım böyle bir döneme gidiyoruz.

Bütün bu gözlemlerimiz içinde kendi topraklarımızı, kendi insanımızı düşünürken bir burukluk var içimizde. Yoksulluğun her gün biraz daha arttığı, emek insanlarının esamesinin okunmadığı, bilimin yerine Diyanetin fetvalarına kulak veren kimi insanların ortalıkta cirit attığı bir ortamdan daha zinde bir toplum beklemek ne denli doğru bilemiyorum. Daha çok da yanlış eğitilen genç beyinleri eğitim adına hurafelerle iğdiş edilen çocuklarımızı düşünüyorum. İnsanlıktan payını almamış bir güruhun tüm canlılara karşı taşıdığı öfke ve şiddet duygularından toplumun sağlıklı bireylerini nasıl koruyabileceğimizi de… Elbette bu barbarlığa, bu zulme seyirci kalmayacağız. Mücadele edeceğiz. Bütün kurum ve kurallarıyla çağdaş bir demokrasiye ulaşana kadar. Laik tüm bireylerinin eşit haklara sahip olduğu cinsel ayrımcılığın yok edildiği bir yeni toplum yaratılana dek…

Yazıyı edebiyatımızın usta isimlerinden Gülten Akın’ın bir şiiriyle sonlayalım: “Masal”

Kanrevan bir gündüzün sonunda
tüylü gece ılık gece bizi koru
odalar bizi sar

bir var ki ekran / kocaman bir ağız kocaman
sıfırlar dokuzlar dokuzlar sıfırlar
derin kuyu, sargın uyku, koltuğunda
sesin yalnız yankıları yitirilmiş
bağır bağır bağıramıyorsun ama
çevir çevir çevirebilirsin
çünkü size de çıkabilir
çürük dişler, üretilmiş sahte şeyler
seç beğen al harca tüket kullan

Büyük sözlüklerin diliyle konuşan
küçük çocuklar sanki, sözcükler
şeytan uçurtmaları
değmeden kimseye akıp gidiyor
uçup gidiyor
azarlar sitemler çağrılar hoşgörüler

Artplanda
ayağını beyaza boyayan kurt
ve dolara endeksli efendiler