Kapitalist sisteme eklemlenmiş siyasi iktidarlar sonunda toplumdan bayramları da çaldılar. Barışın, sevginin, kardeşliğin simgesi bayramlar giderek varsılların kentlerden tatillere kaçıştığı, yoksulların aş, iş peşinde koşuştuğu sıradan günlere dönüştü. Emek kesimi ile sermaye sınıfı arasındaki uçurum her gün biraz daha büyürken emekçiler ve çalışanlar üzerinde iktidarın baskı ve yasakları gün geçtikçe artıyor. Cezaevlerinde gazetecilerin, muhalif akademisyenlerin bulunduğu, genç ölümlerin gün be gün çoğaldığı, silahların susmadığı, şiddetin egemen olduğu bir ortamda bayram sözcüğünü ağza almak kolay mı? Üstelik emperyalist güçlerin türlü entrikaları sonucu ülke, Orta Doğu’da bir savaş çılgınlığının eşiğine getirilmişken…
Bu karmaşa içinde toplumu doğru, tarafsız bir biçimde bilgilendirmesi gereken medyamız ne yapmakta. Bir göz atalım. Ana akım medyanın yazılı ve sözlü kesimi suskun. Gözleri kulakları Başbakan Erdoğan’da. Onun öfkesinden çekiniyor medya şirketlerinin patronları. Editoryal bağımsızlığın hiç gerçekleşemediği ülkemde böylece, haber gizleme, sansür, oto sansür almış başını gidiyor. Doğruları yazmakta kararlı, vicdanı hür, cesur ve nitelikli gazeteciler ise bir bir yeni oluşan bu medyadan dışlanıyor. İşsiz gazeteciler ordusu arasında yerlerini alıyorlar. Ne var ki bunlarla yetinmiyor Başbakan Erdoğan. Gazeteci örgütlerini de kendi meşrebince yönetmek istiyor. Geçenlerde medyanın uslu örgütü Medya Derneği yöneticilerini çağırmış Dolmabahçe’deki ofisine. Taraf gazetesinin haberine göre görüşmede Sayın Başbakanı üzecek hiç bir soru sorulmamış. Ne işten atılan gazeteciler, ne Akit gazetesinin Ali Bayramoğlu, Cengiz Çandar gibi gazetecileri hedef gösteren yayınları dile gelmiş toplantıda. Ne mi konuşulmuş? O konuda bir açıklama olmasa da Başbakanın talimatları doğrultusunda kapıkulu gazeteciliğine devam kararının alındığında kuşku yok. Kısacası gazeteci meslektaşlara uyarı: Düşünceyi ifade özgürlüğüne saygı duyan, insan odaklı hak haberciliğine inanan, evrensel gazetecilik normlarını dikkate alan, cinsiyet ayrımcılığına, milliyetçilik kisvesine büründürülen ırkçılığa karşı duran, kadın ve çocuk haklarına özen gösteren, barışın diline yatkın bir basın çalışanıysanız işiniz zor. Zor demek az. Siz yakın bir zamanda uslu gazetecilere dönüşmeyi beceremezseniz Sayın Başbakanın hışmına uğramanız yakındır.
22 Ağustos 2012 şiirimizin unutulmazlarından Turgut Uyar’ın 27. ölüm yıl dönümü. Bayram günlerinde onca sıkıntı ile daralan yüreğimi çokluk ustanın tüm şiirlerini içeren “Büyük Saat’i (YKY) okuyarak serinlettim. Turgut Uyar’ın çok sevdiğim dizelerinde yeniden dolaşmanın keyfini çıkardım. “Kim Çağırıyor Maviyi” şiirini sizlerle paylaşmak isterim:
“kim düzenliyor bu uyuşmazlığı, kimin
ellerim bir iki harf yazıyor hızlıca
nerden baksan zehir gibi kapkara
tuzla ekmek arasında suyla benim aramda
maviyi çağıran kim şimdi, kimin
uygunsuz elleri dolaşıyor aramızda
şimdi bu her şey nedir
dükkânların bankaların, borsaların adı ne
yeşilin tadı hani, gölün sevinci nerde
şimdi durup dururken nedir bu
gündüzü hızlandıran, geceyi bölen öfke
maviyi çağıran kim, kimdir çağıran maviyi
asıl mavi kimi çağırıyor, asıl onun adı ne”