1128 Akademisyen hakkında imzaladıkları Bildiri yüzünden YÖK tarafından soruşturma açılması istendi. Üniversiteler “Soruşturma Komisyonları” oluşturdu. Akademisyenlerin  “çok kızgınlar korosu” tarafından aşağılanmaları, açılan ceza soruşturmaları yetmedi. Üniversitelerde soruşturulmalarına başlandı. Adı, disiplin soruşturması... Akademisyenler, kendi meslektaşları akademisyenler tarafından sorgulanıp, “soruşturulacak”! 

 

Üniversitelere gönderilen YÖK “talimat” yazısına göre “… bir grup öğretim elemanının yayınladıkları bildiri ile Devletimizin ülkemizde sürmekte olan teröre karşı mücadelesini “katliam” ve “kıyım” olarak”  nitelendirdikleri iddiası soruşturmanın konusunu oluşturuyor. Bildiriden cımbızla seçilen cümlelerden oluşturulmuş sorular sorulacak… Bildiriyi imzalamayanlar, imzacıları sorgulayacak. Soruşturma Komisyonu üyesi akademisyenler ellerine tutuşturulan “gizli” ibareli yazılar ve kimin yazdığı bilinmeyen sorulara göre meslektaşları akademisyenleri sorgulayacaklar. Bu sorulara verilen/verilmeyen savunmalara göre soruşturdukları meslektaşları hakkında karar verecekler… Bakalım bu disiplin soruşturmalarında hukuk ne işe ve kimin işine yarayacak?

 

Barika-i hakikat müsademe-i efkârdan doğar… Aslında böyle bir “soruşturma”, sorgulanmalıdır! Bu ülkenin akademisyenleri Türkiye’nin aydınlarıdır. Düşünsel alanda her konuyu onlarla tartışabilirsiniz! Suçlamadan, yargılamadan, aşağılamadan, hedef göstermeden ve nefretinizi kusmadan… 

 

Acaba diyorum… Acaba demeden önce anımsadığım bir savunmayı paylaşmalıyım!

 

Profesör Hüsnü Göksel… Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesinde kanser cerrahı…

 

19 Temmuz 1985 günü Aydınlar Dilekçesi davasında Ankara 1 Nolu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi önünde yaptığı savunmasında şöyle diyordu; “ Düşünüyorum da, keşke böyle bir dilekçe olayı hiç olmasaydı. Ben böyle bir olaya katılma zorunluluğu duymasaydım keşke. Çünkü demokrasinin tüm kurum ve kuralları ile yürürlükte olduğu bir ülkede, benim gibi bir Cerrahi Profesörü, bir kanser cerrahı, hem de ömrünün otuz yıllarını yalnız bir organın kanserini tedaviye odaklamış bir kanser cerrahı kalkıp da Devlet Başkanına demokrasi konusunda dilekçe verirse onu mahkemeye değil, Psikiatri servisine götürürler. Ama ne yapalım ki, gelişmekte olan ülkelerin aydını, ülkenin çeşitli sorunlarına eğilmek zorundadır. Bu zorunluluk onu kendi öz uğraş alanının dışına da taşır ve taşırır. Yönetilenler dileklerini, gözlemlerini, istemlerini düşüncelerini yönetenlere zamanında iletmezlerse sorarlar sonra insana “ İnsan oğlu neredeydin?” diye”…

 

Savunmasına ek bir belge (Belge No.20) vermişti… YÖK, dilekçeyi imza edenlerin herhangi bir yeni kadroya atanmasını yasaklamıştı. Bu yasaklama genelgesinin fotokopisini “ilerde Türk Üniversitesinin bugününü inceleyecek olanlara bir ibret vesikası olarak sunuyorum” diyen Prof. Hüsnü Göksel bir noktaya dikkat çekiyordu:

 

“ YÖK’ün bu genelgesinde dikkati çeken bir noktada “2547 Sayılı kanunun amaç, ana ilke ve öngördüğü düzene aykırı bir davranışa girişmiş bulunan ve çeşitli mercilere verilen 1260 imzalı bildiri” deyimi kullanılmasıdır.(…) bu düşünüşü de ileride bu dosyaları inceleyecek olan hukukçuların değerlendirmesine bırakıyorum. Beni bu dilekçeye katılmaya zorlayan güç, demokrasiye olan inancımdır. Bu inancıma göre demokrasi, yönetilenlerin bilinçli isteği ile kök salar. O, yönetenlerin yönetilenlere bağışladığı bir sadaka değildir. Bu dilekçenin düşünce çekirdeğinden, İki Yüksek Makama sunuluşuna kadar tüm aşamalarına katılmamı hakkım ve görevim olarak görmekteyim”

 

1984 yılı 1260 imzalı noter tasdikli dilekçe… Sıkıyönetim Mahkemesinde yapılan savunmaların yayınlanmasına bile yasak konulduğu yıllar…2016 yılı 1128 imzalı açıklama…

 

Bu yargılamaların tam ortasında aralarında 32 yıl olan iki ayrı ama aynı YÖK yazısı duruyor!

 

Acaba diyorum, YÖK talimat yazısına ve Üniversitelerin “soruştur” demesine rağmen; akademisyen meslektaşlarını sorgulayan / sorgulayacak olan Soruşturma Komisyonu üyeleri akademisyenler soruşturmaya “hayır” diyebilirler mi? Duymadım, haber olarak okumadım.

 

Acaba diyorum sorgucu /soruşturmacı akademisyenler böyle bir soruşturma olamayacağına dair bir gerekçe yazarak “görevlendirme” görevini reddedebilirler mi? Rastlamadım…

 

Dönelim kanser cerrahı Prof. Hüsnü Göksel’in 31 yıl önceki savunmasına…

 

Dosyaya sunduğu “Mutsuz Azınlık” başlıklı yazısına atıf yaptığı savunmasında; “Türk aydını bahtsızdır, mutsuzdur. Mutsuzluk içinde çırpınır, çırpınır, kendini tüketir. İşte ne yaparsa bu çırpınışlar yapar. Bugün bir Türkiye varsa, bu mutsuzların çırpıntısı ile vardır. Türkiye’nin yarını yine bu çırpınışlarla kurulmaktadır. Türkiye aydınının karşısına her adımda aşılması gereken bir engel, yıkılması gereken bir duvar çıkar.(…) Türk aydınının asıl çektiği yine Türk aydınındandır. Asıl yıkılması zor olan duvar o duvardır. Bu duvar mutsuz azınlığın karşısına dikilir, onu yolundan alıkoymak için ne lazımsa hepsini yapar. Yalancılık ondadır, dalkavukluk, korkaklık ondadır. Karşısındaki aydının aydınlığına al uzatmak, karşısındaki aydından aydınlık çalmak bile ondadır. Bütün bu engellere karşı mutsuz azınlık, yılmadan çırpına çırpına gelecek kuşakların mutluluğunu hazırlamaya çalışıyor” (Belge No.15.Ulus 20.01.1963). (...) Dilekçeyi imza eden kimi kişilerin soruşturmada düştükleri zavallı durumu görünce de yine bu yazımı anımsadım. Alışıktır mutsuz azınlık böyle şeylere… Ve ben bu mutsuz azınlığın bir bireyiyim. Bununla onur duyuyorum”

 

Mutsuz azınlığın bir bireyi misiniz? Acıdır, sıkıntılıdır ama olmak isterim.

 

Herkesin son nefesine taşıyacağı yargılamada mutlu ve kendisiyle barış içinde olmasını dilerim. Evet, ama “son nefesimize” taşınacak olan bu yargılama acaba nasıl bir yargılamadır?  Düşünüp yanıt ararsanız, belki aşağıdaki savunma yolunuzu aydınlatır…

 

Profesör, yargılandığı Sıkıyönetim Mahkemesindeki savunmasını bitirirken yargıyı şu sözleriyle yargıladı: “Mesleğimin bir parçası olarak pek çok insanın ölürken yanında bulundum. Pek çok insanın nabzı benim elimdeydi son nefesini verirken. Son nefeslerinde mutlu, son nefeslerinde mutsuz, rahat ya da huzursuz olan pek çok insan gördüm son nefeslerinde. Bu bir son nefes hesaplaşması, son nefes yargılamasıdır. Bu öyle bir yargılamadır ki, orda yargıç da kendimiziz, savcı da kendimiziz, sanık da kendimiziz, avukat da kendimiziz.”

 

Yargıç da, savcı da, soruşturmacı da, avukat da, sanık da kendimiziz…

 

Bu son nefesimize taşınacak öyle bir yargılamadır ki; böyle bir hesaplaşmadır!