Adları insan adı olan kayalar, insan gibi yaşayabilirler mi?
Barış içinde ve bir arada yaşanamaz mı?
Bir arada yaşamanın ve yan yana durabilmenin bin türlü yolu vardır.
Ceketle karganın da, kayayla insanın da, barış içinde yan yana yaşamanın da!
Ekonomi ve toplum bilim okuduktan sonra gazeteciliğe başlayan Amin Maalouf, 1976 yılından beri Paris’te yaşıyor. 1986’da yayınlanan ve Fransız –Arap Dostluk Ödülü kazanan ikinci kitabı Afrikalı Leo ilk romanıdır.
1635 yılında Kardinal Recelieu tarafından kurulan ve Fransa’nın en köklü kurumlarının başında gelen Fransız Akademisi 40 koltuğa sahiptir ve yaşam boyu seçilen kırk üyeden oluşur. Ancak bir üye öldüğünde yerine yenisi seçilebilir. Bu kuraldan dolayı Akademi üyeleri “ölümsüz” (“immortel”) olarak adlandırılır. (Güncel Hukuk. Edebiyat ve Hukuk. Haziran 2017. Sayı 162)
Amin Maalouf 2011 yılında 29. koltuk sahibi Claude Levi- Strauss’un yerine Fransız Akademisi’ne seçildi. Gelenek gereği yeni seçilen üye, koltuğunu devam ettirdiği eski üyeye dair bir anma konuşması, bir başka üye de seçilen yeni üyeyi takdim konuşması yapmak zorundaydı. Amin Maalouf Claude Levi-Strauss’tan, Jean–Chiristope Rufin de Amin Maalouf’tan bahsetti
Amin Maalouf Fransız Akademisi’nde Claude Lev-Strauss’un ölümüyle boşalan yere seçilmesinin ardından, 14 Haziran 2012 Perşembe günü yeni görevine başlarken yaptığı konuşmasını şöyle bitirdi:
“Kırk yıl sonra çekilmiş, yine birçok kitap ve derginin kapağını süsleyen başka sembolik fotoğraflar da, artık sakalsız ama benzer gözlükler takmış aynı sert yüze, ilki gibi bir bakışa, omzunda da karga ailesinden bir kuş olan bir küçükkargaya rastlanır. Kanatlı arkadaşını bir kilisenin çatısı onarılırken, daha küçücükken bulan bir arkadaşı ona armağan etmişti günün birinde. Bu kuşlar genelde yuvalarını yüksek yerlere yaparlar, bu yüzden de onlara choucas des tours (kule kargası) denir. Levi-Strauss yavru kuşu aldı, ama kafese koymak istemedi. Uçabilecek duruma gelince, pencereyi açıp dışarı saldı. Ondan sonra, ne zaman evinin bahçesine çıksa, küçükkargayı çağırıyor, kuş da hemen gelip omzuna konuyor, birlikte geziyorlardı.
O yazın sonunda Paris'e gitmesi gerekince, ceketini bahçıvana bırakıp, onu giymesini ve aynı yerlerde dolaşmasını istedi, kuşun bahçıvanla da aynı şeyi yapacağını umuyordu. Ama küçükkarga bir daha ortaya çıkmadı. Onu çeken şey ceket değil, Levi-Strauss'tu.
İşte seçkin çalışma arkadaşınız böyle biriydi - dudaklarından ziyade yüreğinde bir gülümseme olan bir adam. Doğrusu, kendisini en çok kalabalıklardan uzakta, ulu ağaçlarla, porsuklarla, balıkçıllarla çevrili halde, ormanda, yumurta mantarlarının üstüne eğildiğinde mutlu hissediyordu; ama burada, sizin aranızda bile, kafalarda canlanan, hiç kuşkusuz kendisinin de bunda payı olan o ciddi ve ölçülü adam izlenimine her zaman uymuyordu. Şakalar yaptığı oluyor, kendiyle alay etmekten keyif alıyordu.
Örneğin, 10 Haziran 2004'te, doksan altıncı yaşındayken ve Akademi'nin mühürdarlığını yaparken, odacı aracılığıyla Jean Dutourd'a bir not gönderdi. Notta şu dörtlük yazıyordu:
Birden yoksun kalınca
Arkadaşımın gırgırından
Kerevetimin üstünde patlıyorum sıkıntıdan
Eskiliğin çağrısı kulağımda.
Arkadaşından da benzer tonda bir yanıt geldi:
Bir süreliğine olsanız bile
Evi gözeten bir Lar tanrı,
Canım arkadaşım, söylesene
Ne düşürebilir bizi ayrı.
20 Ekim 2009'da Claude Levi-Strauss arkadaşlarından, ailesinden ve tüm sevenlerinden ayrı düştü. Bir yıl önce, Fransa'da ve başka yerlerde, yüzüncü yaşgünü görkemli bir biçimde kutlanmıştı. Hani biraz da, daha sağken Panteon'a girmiş gibi. O zamana dek, üyelerinizin hiçbiri ölümsüzlüğe bu denli yaklaşmamıştı. (Akademiye seçilen kişiler “ölümsüz” (“immortel”) olarak adlandırılır(ed.n).
Akademi Üyesi Saygıdeğer Hanımefendiler, Beyefendiler,
İnsan sizinki gibi bir aileye kabul edilme ayrıcalığına eriştiğinde, eli boş gelemez. Hele benim gibi Levanten bir konuk olduğunda, eli kolu dolu gelir. Gerek Fransa'ya, gerek Lübnan'a karşı duyduğum minnetle, iki yurdumun bana verdiği her şeyi de yanımda getireceğim: Kökenlerimi, dillerimi, aksanımı, inançlarımı, kuşkularımı ve her şeyden çok uyum, ilerleme ve bir arada yaşama düşlerimi.
Bu düşler bugün suya düşmüş görünüyor. Övünç duyduğum kültürler arasında bir duvar yükseliyor Akdeniz'de. Benim isteğim bir yakadan ötekine geçmek için bu duvarı aşmak değil. Bu -Avrupalılar ile Afrikalılar, Batı ile Müslüman âlemi, Yahudiler ile Araplar arasındaki- tiksinti duvarını çökertmek, yerle bir etmeye katkı sağlamak istiyorum ben. Yaşama nedenim, yazma nedenim her zaman bu oldu ve bu işi Topluluğunuzda da sürdüreceğim. Büyüklerimizin bizi gözettiğini bilerek. Levi-Strauss'un aydınlık bakışlarını üstümde hissederek.” (Amin Maalouf. Fransız Akademisi’ne Kabul Konuşması ve Jean – Chiristophe Rufin’in Yanıtı. Konuşmalar. Çeviren Orçun Türkay. YKY. 2017)
1949 Lübnan doğumlu Amin Maalouf Tanios Kayası adlı eseri ile Goncourt ödülü kazandı. Amin Maalouf’un doğduğu Kfaryabdalı köyünde kayaların adları varmış… Gemi Kayası, Ayı Kafası Kayası, Pusu Kayası, Duvar Kayası, İkizler Kayası… İnsan adı taşıyan tek kaya ise Tanios Kayası…
Birinci Dünya Savaşı ertesinde ölen bir din adamı Kfaryabdalı keşiş İlyas’ın elyazması kitabı şu adı taşıyor: “ Dağlılar Tarihçesi ya da Kfaryabda köyünün, buraya bağlı köycük ve çiftliklerin, burada yükselen anıtların, burada uyulan adet ve geleneklerin, burada yaşamış önemli şahsiyetlerin ve Yüce tanrının izniyle cereyan etmiş olayların tarihi.
Maalouf’un, Tanios Kayası adlı romanı yazma yolculuğunun Üçüncü Geçiş bölümünde Keşiş İlyas’ın bin sayfalık kitabından yaptığı bir alıntı:
“ Meczubun İki Dudağı Arasındaki Yazgı: Bilge adamın sözü aydınlıkta akan su gibidir. Ama insanoğlu her çağda, en karanlık mağaralardan fışkıran suyu içmeyi yeğlemiştir. Nadir. Katırcının Bilgeliği”
İki yurdunun ona verdiği her şeyi yanında getirmesine rağmen Amin Maalouf’un bu gün suya düşmüş görünen düşleri; kökenleri, dilleri, aksanı, inançları ve kuşkuları ayrı olan bizlerin bir arada yaşama düşleri gerçek olamaz mı?
Edebiyat; savaşları durdurabilir, dünyayı kurtarır mı?